28 Aralık 2011 Çarşamba

19.12.2011 MONTEVIDEO / URUGUAY

Güney Amerika’da huyum değişti ya, sabahın 06:30’unda kalktım. Tabii ki tüm dikkatime rağmen,  Nilüfer’i uyandırmaya her zamanki gibi muvaffak oldum. Spor salonunu el yordamı ile bulup, bandın üzerine çıktım ve başladım yürümeye. Montevideo’ya yaklaşıyoruz…
Nilüfer 3 gündür hasta olduğundan bu yürüyüşlere gelemiyor. USHUAIA’den Cape Horn’a giden kanallarda, benim ısrarımla yapılan 6. Güvertedeki açık hava yürüyüşü, ve sonrasında geminin facebook’taki sayfasından tanıştığımız Harrold Angus’un Gülme Yogası (Laughter Yoga) etkinliğinde fena rüzgar yemişiz. Bir de Falkland rüzgarlarını yediğimizden, ikimiz de hasta olduk.  Rüzgar dediğim de, bizim ılık rüzgarı değil, Antarktika’dan gelen rüzgar. Ben daha çabuk atlattım ama Nilüfer hala pek iyi değil.
Uruguay ülke nüfusu 3 milyon, bunun neredeyse yarısı başkent Montediveo’da oturuyor. 1811 yılına kadar Uruguay, Arjantin’in bir bölgesi imiş. Nedense ayrılmak istemişler ve anlaşarak ayrılmışlar. Yani neredeyse 200 yıldır bağımsızlar. Parlamentoları 99 milletvekili ve 30 senatörden oluşuyor.

Bugün, sıcaklık  26 derece celsıus ve nem yüksek. Nem dedim de, haritaya bakarsanız, Montevideo deniz kıyısında, ama gerçekte bizim deniz zannettiğimiz büyük bir nehrin denize döküldüğü nokta. Bu nedenle, Uruguay’lılar, oradan deniz diye değil nehir diye söz ediyorlar. Gerçekten de çamur rengi suyu ile bu nehirde ilerlemek ve limana gelmek isteyen gemiler, belli bir kanalı izleyerek ve kılavuz kaptanla bunu başarabiliyor. Aralık ayında, ağaçlar çiçek dönemini tamamlamış, meyveye durmuşlar. Yeşilin hakim olması şaşırtıcı değil, çünkü arkasında yağmur ormanları var. Bize  Gerçekten de çamur rengi suyu ile bu nehirde ilerlemek ve limana gelmek isteyen gemiler, belli bir kanalı izleyerek ve kılavuz kaptanla bunu başarabiliyor. Aralık ayında, ağaçlar çiçek dönemini tamamlamış, meyveye durmuşlar. Yeşilin hakim olması şaşırtıcı değil, çünkü arkasında yağmur ormanları var. Bize yaşanabilir, şirin ve güzel geldi. Şehrin ortasından geçen nehrin sürükleyip biriktirdiği poşet, çöp ve pet şişeler ise, kötü görüntüydü.
Uruguay’da alkollü içkiler üzerinde bizimkine benzer aşırı vergi var. Montevideo’nun ‘’Mont’’ Mountain’dan geliyormuş. Yani ‘’dağ’’  Dağ dedikleri de, aynen Paris’in Ressamlar Tepesi gibi en çok 200 metre yüksekliğindeki bir tepe, kalan her yer dümdüz. Topoğrafyaya baktığınızda, ilk tsunamide Montevideo’nun yok olacağını düşünürsünüz. Ama rehber hanımın söylediğine göre, burada ne deprem, ne büyük fırtınalar ne de tsunami hiç görülmemiş. Limana gelmek için geminin kullandığı kanalın derinliği 40 feet yani 13 -14 metre görülüyor. Son derece tehlikeli bir sığlık. Ama limanın büyüklüğünün, bizim en büyük limanımızın 4-5 katı olduğunu söylüyor Nilüfer.
Yerel restoranlar şaşırtıcı derecede bizim ocak başı restoranlarımıza benziyor.
Paris’e götürülüp, sirklerde gösteri malzemesi olarak kullanılan son yerli ailesinin heykelini şehrin ortasında görebiliyoruz.
Montevideo ; parkta tango...

18.12.2011 Güney Atlantik

‘’30 farklı ülkeden, 12 ayrı dilde konuşan personelimizin uyumu ve mutluğu, dünyanın siyasi liderlerine örnek olsun. Belki onları da gemimizde 10 gün misafir etsek, birçok şeyi değiştirebilirdik.’’
Yukarıdaki güzel anlatım, tabii ki bana ait değil. Bu cümleleri turumuzun bitimine iki gün kala yapılan, ve çoğunluk  gemi personelinin katıldığı veda törenindeki sunucu söyledi.
Toplam 600 gemi çalışanından 400’ünü hiç göremediğimizi ama şimdi bunlardan bir kısmını daha göreceğimizi ekledi. Uluslar arası Denizcilik Hukukuna göre, Tanrı’nın gemilerdeki temilcisi olan ‘’Bey babanın’’ yani gemi kaptanının da sıradan bir çalışan olarak yer aldığı bu toplantı, katılan yaklaşık 500-600 yolcunun duygusal anlar katıldığı veda törenindeki sunucu söyledi.
Toplam 600 gemi çalışanından 400’ünü hiç göremediğimizi ama şimdi bunlardan bir kısmını daha göreceğimizi ekledi. Uluslar arası Denizcilik Hukukuna göre, Tanrı’nın gemilerdeki temilcisi olan ‘’Bey babanın’’ yani gemi kaptanının da sıradan bir çalışan olarak yer aldığı bu toplantı, katılan yaklaşık 500-600 yolcunun duygusal anlar yaşamasına neden oldu. Çünkü, makine dairesinde günlerce güneş görmeden çalışanlar, kamaranızdan her çıktığınızda orayı silip süpürenler, canları pahasına sizin bota binmenizi ve inmenizi sağlayanlardı onlar.
Tabii ki saygıyı da, toplantı sonunda hak ettikleri bahşişi de verdik. (kişi başı günlük 11.- USD)
Ama dikkat ettim, bu romantizmi ‘’ağlama’’ noktasına taşıyabilen ‘’tek romantik sosyalist’’ benim sevgili karımdı. ‘’ Yaşasın emekçilerin üretimden gelen gücü’’ diye bağırarak eylem koymadığına şükrediyorum.
Biraz da gemimizden bahsetmek istiyorum.  Madame Veendam,  ki ilk gördüğüm andan itibaren, aksi olabilen, güçlü ve gücünün farkında ve belli ki gençliğinde pek alımlıymış diye bileceğim bir kadına benzetmiştim, gemimizi, 20’li yaşlarını sürüyor. Yaklaşık 220 metre uzunluğunda, ve 14 katlı. Başta ve kıçta dörderden sekiz asansör var. Yaklaşık 600 seyirci alan bir gösteri merkezi var ve orada her akşam 2 kez tekrarlanan birer saatlik gösteriler yapılıyor.
Her akşam 4 ayrı barda, canlı müzik var. Ayrıca kaptan köşkünün hemen üzerinde yer alan ve adına ‘’Karganın Yuvası (Crow’s Nest)’’  denilen barda da DJ tarafından müzik yapılıyor. Anlatılana göre, eskiden kaptan köşkünün üzerinde karga beslerlermiş. Ve kargaların davranışlarını izleyerek, meteorolojik tahminlerde bulunmaya çalışırlarmış.
Kumarhane de var, ama, bazı zamanlar açık bazı zamanlar kapalı, bunun nedeni ise, karasularında bulunduğumuz ülkelerin yasal statüler imiş.
Eğer yemek konusunda çok seçici değilseniz, aç kalmanız mümkün değil.  Farklı koşullarda, her duruma uygun 4 restoran var.
1.      Lido Restoran : Açık büfe, self service, bornozla bile yemek alabilirsiniz (bizim favorimizdi)
2.     Rotterdam Restoran : Suit ve verandah kamaralarının müşterileri sürekli, formal gecelerde ise tüm müşteriler girebiliyor. Normal geceler de bile, düzgün bir kıyafet isteniyor. Garsonlar sipariş alıyor ve yemeği servis ediyor, ama biz pek sevmedik, çünkü, menuye bakarak seçtiğiniz yemek hayal ettiğiniz yemekle aynı olmayabiliyor.
3.     Canoletti – İtalyan restoran : Tek farkı yemeklerin yanında makarna verilmesi.
4.     Pinacle – Grill Restoran : Fark ücreti ödenen ve o ücreit hak eden bir restoran. Baş başa romantik akşam yemeği için ideal.

17.12.2011 G.Atlantik denizde


Dün akşam yerel saatle 17:00’de Port Stanley’den açıldığımız denizde, kuzeye, yani sıcağa doğru hareketimiz devam ediyor. Atlas Okyanusunda rüzgar yine sert, şiddeti 12 bofor değil belki ama, 8-10 boforun altına da düşmüyor. Koca gemi rüzgarı da yandan alınca, tüm teknik donanımına rağmen cevia kabuğu gibi sallanıyor. Peki sallanıyor da ne oluyor derseniz,  benden başka ilgilenen yok!!
Geceyi uykusuz geçirdiğimi gizlemeyeceğim. Gündüz rüzgar şiddetini azalttı ama ölü dalgalar sallamaya devam. Alışacağız, başka çaresi yok. Gemimizin bu turdaki en uzun etabı bu.  2,5 gün denizdeyiz.
Geminin harika aşçıları, güleryüzlü personel, ve yetkin bir mutfağı var. Neredeyse 24 saat sürekli ikram halindeler. Yemekler lezzetli. Tek çareyi spor salonuna günde iki kez uğramakta buluyorum.  Yoksa memlekete 10 kilo alarak dönmek işten değil.
Memleket deyince, kamaradaki televizyonun bir kanalında an be an gemi ile ilgili bilgiler veriliyor. Hızı, yönü, rüzgar hızı ve yönü, rota, gelinen rota, vs. Bunların rota kısmını harita üzerinde veriyor. Önce dünya haritasında sonra G.Amerika kıtasında ve sonra da o bölgede veriyor.


Denizde insan düşünmeye de vakit buluyor, okumaya da…  Stieg Larsson’un 3 kitaplık serisinin ilk ikisini bu turda bitirdim. Herkese tavsiye ederim. Bu etapta ikinci kitap olan ‘’Ateşle Oynayan Kız’’ isimli kitabı heyecanla okuyorum. Bir an kitaptan başımı kaldırdığımda, TV ekranında dünya haritasında olduğumuz yeri gördüm. Memleketimin burnumda tüttüğü an, işte o andır. Dünyanın sonu burası demişlerdi USHUAIA’lılar da inanmamıştım. Lan bizde hiç akıl yokmuş yahu…

İlter kalemi bırakmıyor Falkland Adaları 16.12.2011

Yazdıklarıma kimse inanmayacak biliyorum ama, Allahtan şahidimle aynı yatağı paylaşıyoruz. Gemiye çıktığımız üzerinden bir iki gğn geçmedi, ben sabahları saat 06:00’da uyanır oldum.! Tabii ki bu kıyamet belirtilerinden sayılabilir. Daha daa ilginci uyandıktan 15-20 dakika sonra sıkıldığımdan olacak, en güzel uykusundaki karımın böğrüne böğrüne dirsek atıp onu erkenden kalkıp sabah sporumuzu yapmaya davet ediyorum. Gözlerini yarı aralayıp bana anlamlı anlamlı bakmasından beni ne kadar çok sevdğini anlamadığımı sanıyor. Ama sıkıysa itiraz etsin, ağzından çıkacak tek cümlelik bir itirazı bahane edip ömür boyu öğlen üzeri uyanma hakkımı kullanacağım kesin. O da bunu bildiğinden susuyor. Gemi, bu sabah Falkland adalarına yaklaşırken de uyandım ama , bir gün önceki benim ısrarımla açık güvertede rüzgar altında yürümekle oluşmuş kırgınlığımız, beni yatağa mıhlamıştı. Yataktan saat 08:00 gibi kalkabildik.

Hava oldukça sertleşmiş, rüzgar 7-8 bofor hızla esiyor ve deniz çalkantılıydı. Sonradan öğrendik ki biz uyurken kaptan belli ki çok tereddüt etmiş Falkland’a demir atıp atmamaya. Hatta bir önceki turda Veendam burayı pas geçmiş, yani durmamış. Bunları Falkland Adasında bizi penguenlere götüren özel turumuz şöförü güzel, geveze ve tombul hatun anlattı. Ona göre bu adaların rüzgarı zaten meşhurmuş. Hatta bir seferinde (5 yıl önce) gemi yolcularının yarıdan çoğu indikten sonra hava patlayınca, gemi demir taramış. Bu nedenle de demir alıp açığa gitmiş ve geceyi orada geçirmiş. İnmiş olan yaklaşık 1000 yolcuyu da ada sakinlerin ister istemez evlerinde misafir etmişler.

Falkland Adalarında bizim gemi gibi büyük gemilerin yanaşabileceği bir iskele yok. Bu nedenle de gemi açıkta bir koya yanaşıp demirliyor, o da yetmiyor ‘’demir üzerinde makine çalıştırarak’’ sabit kalıyor.
İlter sözü : Denizci olmayan uluslar dünyada söz sahibi olamazlar…

Geminin cankurtaran botları yolcuları alıp karaya çıkarıyorlar.  Böylece  de her an çalışır durumda oldukları fiilen denetlenmiş oluyor. Cankurtaran botları dediğimiz filikaların her biri 150 yolcu kapasiteli, çift makineli, çift uskurlu birer katamaran.
Falkland’a çıkışımız zaten sorunlu başlamıştı. Saat farkı mı yoksa başka bir şey mi bilmiyorum ama Holland America Lien’ın Veendam gemisi ilk kez organizasyonda ciddi hayayı burada yaptı. Bir gün önce saat 10:00’da karaya çıkı başlayacağını duyurmuşlardı. Ama 08:45’de başladı karaya çıkış ama bu defa da müşteri bulamadılar. Derken dış tur almayanları da ücretsiz karaya taşıyacaklarını anons ettiler, ama insanlar kendilerini ona göre hazırlamışlardı. Biz bile, çağrıya uyamadık. Tam 2 saatlik bekleme sonrası bota binip Port Stanley’e çıktık.
Bizden 2 bot sonra da hava ve deniz koşulları nedeniyle karaya çıkışlar iptal edilmiş. Bizim dönüşümüz de oldukça zor oldu Doğrusu Falkland Adalarının ne görülecek bir yanı ne de bir güzelliği var. Hiçbir özelliği de yok. Nufüs 2400 kişi. Özellikle yetiştirilmiş birkaç ağaç dışında bitki yetişmiyor. Zaten o rüzgarda hangi canlı yaşar ki?
Pasifik Okyanusunu Atlantik Okyanusuna bağlayan Panama kanalı açılmadan önce çok önemli imiş. Çünkü deniz ticaret yolunun en riskli kısmı olan Cape Horn ve Magellan Bopazından önceki tek gemi bakım ve ikmal merkeziymiş. Şimdilerde umutlarını 2014’te çıkarılması planlanan petrole bağlamışlar.
Falkland’da sadece  50 dakikalık internet bağlantısı için 10.- GBP ödedik. Gemimizde en ucuz bağlantı ise 250 dakika için 100.- USD, o da bağlanabilirsen J

Gemiye dönüşümüz de oldukça tehlikeli oldu, 8-10 bofor  esiyor ve dalga yüksekliği 2-3 metre. Falkland Adalarından planlanandan 2 saat geç hareket edebiliyoruz. Hareket öncesi 12 bofora ulaşan rüzgar şiddeti, şimdilerde (gece saat 02:00) hızını 6 bofora indirmiş durumda ve geminin başından esiyor.
Bu gece, yarın, yarın gece, ertesi gün ve ertesi gece denizdeyiz. Hedefimiz Montevideo, yaklaşık 1000 mil uzakta. Gemimizin azami hızı 21 mil/hr.   Allah selamet versin.
‘’Allah selamet versin’’ Türk denizciliğinin geleneksel bir dileği…

27 Aralık 2011 Salı

15.12.2011 İlter aldı kalemi eline Cape Horn

Puerto Montt’dan sonra Güney Amerika’nın en güneyine dünya haritalarında hiç görülmeyen fiyortlar ve kanlar arasında ilerliyorduk. Kanallar öylesine güzel manzaralar oluşturuyor ki, kelimelerle anlatılamaz. 220 metrelik gemimizin su altında kalan kısmının derinliği en az 8-12 metre olmalı. Buna rağmen bazen bir adaya sadece 20 metre uzaklıktan geçiyoruz.
Dağların kuzeye bakan yamaçları bize Karadeniz’in kıyılarını anımsatıyor. Güneye bakan yamaçlarındaysa hala erimemiş kar var. Manzara bu denli gerçeküstü olunca gaza geliyor insan.
Nilüfer’e diyorum ki ; Sevgili, gel günlük yürüyüşlerimizi spor salonu yerine 6.kat güvertesinde açık hava parkurunda yapalım. Başlıyoruz kutup rüzgarına rağmen yürümeye. Yürüyüşümüzün her turunda ve hatta her adımda değişen görüntüler, mest ediyor bizi. Yazmışlar oraya ‘’4 tur = 1 mil’’ diye. Hesabımızca bizim 12 tur yürümemiz lazım ve yürüyoruz.

Istanbul’dan Istanbul’a 31820 km, tamam 17 gün için akla ziyan bir mesafe ama yaşadıklarımıza değer.
Dünya haritasının en güneyine indik. En güney’e çünkü Antarktika’nın tam Güney Kutbunda olduğunu düşünürsek, ondan sonraki ilk kara parçası olan Cape Horn denen kayalık adalara kadar indik bugün. Sabah saat 07:00 civarında ‘’aha burası Cape Horn’’ diyen anonsu duyan yolcuların cümlesiyle güvertelere seyirttik. Her zaman olduğu gibi herkesin elinde bir fotoğraf makinesi var. Bir o yana bir bu yana gidip fotoğraf çekiyoruz.
O kayalıkların neresi ‘’burun’’ hiç anlamadım ama, durduk yerde arıza çıkarıp da ‘’nerden bilecez burasının Cape Horn olduğunu ağa?’’ demedim. Oldum olası uyumlu insanımdır. Uyumluyum dedim de aklıma geldi. Benim bu dillere destan olması gereken mazlum ve uyumluluğumun çevremde neden bir türlü kabul görmediğini hiç anlamış değilim. Hele hele, Punta Arenas da tüm sürünün gittiği yönün tersine giden o penguene bakıp da Nilüfer’in ‘’ aaa bak, bu da penguen İlter’’ demesine de bir anlam veremedim. Neyse bugüne dönelim yoksa geçmişle ilgili yazacak çok şey var.

Arjantin’e ait Ushuaia’daki rehberimiz olan yerden bitme sevimli hatunun demesine göre o gün yıllardır olmadığı kadar sıcakmış. Sıcak dediysek en çok 15 derece filan. Bu arada Ushuaia da vergi mergi de yok, anlayacağın cennet. Arjantin insanları orada yaşatmaya teşvik için inanılmaz teşvikler uyguluyormuş.
Hepsi bir yana ama Milli Park ilan ettikleri bir ağaçlık alanı ve koyları nasıl ballandıra ballandıra satıyorlar anlatamam. Kayın ağacının dünyada deniz seviyesindeki tek ormanı imiş. Tamam ama hepsi bu!! Bir de Beagle kanalının ortasında bir adadaki ‘’Deniz Aslanları’’ Bu iki unsuru tam 6 saatlik özel bir turla satıyorlar, turun hediyesi kişi başı 159.- USD, yersen…
Bak gene lafı dağıttım bu güne dönüyorum. Hatunefendiyle Güney amerika’nın  güneyinde en çok dikkatimizi çeken şeylerden biri gökyüzünün ’’tuhaf’’ mavisi ile güneşin ‘’buzlu’’ ışığı oldu.
Gemimizin geveze ve sevimli kaptanı (ki ben kendisinin boyu, posu ve sevimliliğini sevgili dostumuz Prof.Dr.Zafer Dursunkaya’ya çok benzettim) bize çok şanslı olduğumuzu çünkü Cape Horn’da rüzgar hızının ortalamasının 10 bofor olduğunu söylüyor. Hatta geçen tura rüzgar hızı 100 km/hr aştığından Cape Horn etrafında dönememişler. !.. Neyse biz döndük de başımı göğe erdi.
Denizci geleneğine göre Cape Horn’u bir defa geçen denizcinin sol kulağına altın küpe takma hakkı olurmuş.  Bu sol kulağa altın küpe takmanın bir anlamı ‘’ben bu denli zor bir işi başardım’’ olduğu kadar diğer anlamı da ‘’bu denli luzumsuz tehlikeyi bir daha üstlenmeyeceğim, kulağıma küpe olsun’’ olabilir.
Belki daha sonra tekrar yazarım ama  G.Amerika’da gemi turuna niyetlenenlere bazı tavsiyelerim var :
1)     Karınızın ‘’Antarktika’ya gemiyle sadece bir günlük mesafeye kadar yaklaşacağız’’ diye yünlü iç çamaşırı (namı diğer paçalı don) götürmesine engel olun çünkü en soğuk 10 derece gördük.
2)     Karınızın dört çift ayakkabıyı oralara taşımasına engel olmayın çünkü gerçekten gemide gerekiyor. Formal gece dedikleri takım elbise kravatlı geceler bir yana bazen iki gün denizde olunduğundan mecbur gittiğini fitness salonunda spor ayakkabınız yoksa ‘’zor bir görüntü’’ oluşturuyorsunuz.
3)     Deni tutanlar ile gemiden korkanlara (ki ben bu korkma kısmını hiç anlamıyorumJ) bu seyahate çıkmayın. Aralık – Ocak ayları bu cruise için en uygun tarihler olmasına rağmen sallıyor hocam. Gemi dediğin şey ne kadar büyük olursa olsun okyanustan buyük değil ve sallıyor.
4)     Belki en önemlisi de bu gem turuna ‘’konuşabildiklerinizle’’ çıkın, yoksa kudurursunuz sanırım.

14.12.2011 USHUAIA

Sabah yine vahşi doğanın içine uyanıyoruz.

‘’Dünyanın Sonu’’na  doğru yol alıyoruz. Ushuaia Güney yarım kürenin en güneyinde olan son yerleşim yeri. Sonrası ‘’Cape Horn’’ ve ‘’Antarktika’’
Ushuaia ; yerlilerin (Yahgan ve Alacaluf) dilinde ‘’Güneşin Battığı Koy’’ demekmiş. Yerlileri yüzlerce yıl birbirleriyle barışık yaşarken, beyaz adam gelmiş ve yaklaşık 30 sene kadar kısa bir sürede neredeyse hepsini yok etmiş. Bunu da inkar etmiyorlar, tarihini anlattıkları bir müzemsi yapıda, beyaz adamın elinde silahla yerlileri vurmasının resmi basılı.
Ushuaia’daki hapishane, 1947’ye kadar kaçışı imkansız ve genel olarak politik mahkumların olduğu bir yer. Daha sonra askeriyeye geçmiş.
Buranın (‘’Tierre del Fuego’’ – Ateş toprakları adası üzerindeki kasabanın) Arjantin ana karası ile direkt bağlantısı yok. Arjantin hükümeti, anakaradan insanların buraya gelmesi için ciddi teşviklerde bulunmuş 1980’lerde. Örneğin Buenos Aires’teki %22’lik KDV burada yok. Gelir vergisi %1,5. Yani burada yatırım yapmak şahane bir şey, tüm bu vergi kolaylıklarının üstüne yatırımın %40’ını devlet karşılıyor. Amaaaaa çalıştırdığın insanlara da Buenos Aires’in 3 kat maaş ödemek zorundasın, eleman bulabilmek için. Burası anakara göçmeni dolu, yerli neredeyse %10 kalmış. Tabii tüm bunların nedeni……. Petrol…..

Beagle Kanal ve Milli Park turunu satın aldık. Kanalda çeşitli kuş kolonileri ve deniz aslanlarını doğal yaşamlarında görüyoruz. Kuşlar değil ama, deniz aslanları herkesin nefesini kesiyor, büyülenmiş bir şekilde resim çekiyoruz.
Katamaranla yaptığımız Beagle kanalı turundan sonra, otobüslere doluşu Milli Park’a gidiyoruz. Dünyanın deniz seviyesindeki tek kayın ormanı. Nedeni ise daima soğuk olması. Oysa diğer bölgelerde (hakikaten Türkiye’de de) bu ağaçlar ancak çok yüksek rakımlarda oluyor.
 
Ormanın yaşayanlarından tavşanlar, dev ağaçkakanlar ve en zarar veren ise su samurları. Kürkleri için 300 adet getirilmiş Avrupalılar tarafından, ama sonra ipin ucu kaçmış, üremeleri kontrol dışına çıkmış. Ormana ciddi zarar verdikleri gibi, hava ‘’soğuk’’ olduğundan kürk tüyleri kısalmış ve sertleşmiş, yani değil işe yaramak orman zararlısı haline gelmişler. Şimdi devlet kuyruk başına 5.- USD ve kapan dağıtıyor avcılara ve köylülere.
Milli Park’ta turistik bir yerde duruyoruz adı ‘’ALAKUSH’’. Yerlilerin dilinde ‘’Kırmızı gagalı ördek’’ demekmiş.!! Bu arada tarihleri ile ilgili resimlerde, Anadolu’da dokunan kilimlerin aynı desenlerini görüyoruz onların dokuma tezgahlarında. Garibimize gidiyor…
Kasabaya dönüp, eskiden liman ardiyesi olan şmdi ise müze-bar’da içkilerimizi içip gemiye dönüyoruz.
Bugün Ushuaia’da ender rüzgarsız ve sıcak günlerden biri imiş. Rehberimiz kısa kollu tişörtle idi, her ne kadar benim üstümde 4 kat + ruzgarlık vardıysa da.
  

26 Aralık 2011 Pazartesi

PUNTA ARENAS 13.12.2011

07:00’de uyandığımızda bir yerleşim merkezine yanaşmak üzereyiz. Şili’nin Güney Patagonya’nın en son yerleşim merkezi. Halkı denize baktıklarında sol taraflarında Atlantik, sağ taraflarında Pasifik Okyanuslarını gördüklerini söylüyorlarJ Magellan Boğazı üzerinde olmanın lüksü işte..
Özel korunmuş bir Penquin Reserve e gidiyoruz otobüsle. Hayatımda ilk defa doğal ortamında penguen görüyorum, komikler…



Yolda bir çok çiftlik geçiyoruz. Büyük ve küçük baş hayvancılık yapılıyor bu steplerde. Koyunlar zaten iri, birde kıştan çıkmış, tüylüler, birer dana gibi dolaşıyorlar etrafta.  Rehberimiz şansımızın iyi olduğunu söylüyor, gerçekten hava parçalı bulutu, ara sıra güneş görünüyor ve 10-12 derece celcius. Rüzgar her daim var.. Nispeten düşük..
Öğleden sonra şehre iniyoruz. Bizimki ile birlikte 3 gem daha var, turist kaynıyor her yer. Şehir çok düzenli, insanları çok cana yakın ve İngilizce bilmeseler de soruları anlamak ve cevap verebilmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Hatta tuvalet arayışımızı anlayıp bizi buranın Bauhaus’u gibi bir mağazanın personel tuvaletine bile götürüyorlarJ.
Gemi 20:00’de Punta arenas’tan hareket ediyor ve Şili’yi bitiriyoruz. Kısa bir süre sonra Arjantin sularına giriyoruz. Fiyordlarda ilerlediğimiz için sallanma yok, şükrediyoruz.

 
Sabah 06:30’da uyanıyoruz ve sallanmadığımız için şükrediyoruz. Dün gece İlter 02:00’ye kadar uyuyamamış sallanmaktan, ben iyi ki erkenden sızmışımJ
Yine fiyordlara girmişiz, çok vahşi bir görünüm var dışarıda. Karaya yakın seyir bakımından Hisarönü Körfezi, kara üstündeki bitki bakımından Karadeniz, hava şartları bakımından ise nereye benzeteceğimi bilemiyorum. Çünkü en son baktığımda 9 bofor esiyordu, sinirlerim daha fazla bozulmasın diye bakamıyorum.
Bu hava şartlarında gemi AMELİA Buzulunun önünde Sumo güreşçisi gibi duruyor. Buyrun, fotoğraf çekin der gibi.. Yetmiyor, kaptan gemiyi olduğu yerde 360 derece döndürüyor, herkesin her açıdan buzulları görebilmesi için.
Buzulun rengi mavi, bu suyun temizliği ve içinde hapsolmuş hava moleküllerinden dolayı olduğu söyleniyor. Fiyordlarda seyre tüm gün ve tüm gece devam ediyoruz. Karaya bazen 50 mt (belki bize öyle geliyor) kadar yaklaşıyoruz. İnsan kendini nehir gemisinde gibi hissediyor.
Bu güzelim buzulun 12-15 yıl içinde yok olacağını öğreniyoruz maalesef..
19:00 itibarı ile Magellan Boğazına giriyoruz. Pasifik ve Atlantik Okyanularını birleştiren boğaz. Güney Amerika ana karası ile ‘’Tierre del Fuego’’yu ayıran boğaz.  ‘’Tierre del Fuego’’ = ‘’Ateş Toprakları’’. Ispanyollar ilk geldiklerinde yerliler ısınmak ve yemek pişirmek için sürekli ateş yakarlarmış, onun için bu adı koymuşlar. Boğaz 570 km uzunluğunda, en dar yeri 2 km.

HOUSE KEEPER'lar

Gemide kamaralarla özel olarak ilgilenen House Keeper’lar ne kadar yetenekli yahu. Belki her gemide böyledir ama her gün yeni bir hayvan yaratılabilir mi havlulardan???

PATAGONYA 10.12.2011

07:00 Puerto Montt’a demir atıyor ve filikalarlar kıyıya taşınıyoruz. (1200 kişiyiz bu arada)
130.000 kişinin yaşadığı, Alman kolonistlerin 1853’te gelip yerleştiği doğa harikası biryer.
1912’de tren yolunun buraya ulaşmasıyla, Güney Şili’yi kuzeye bağlayan yer olmuş. Ondan önceki ve hala anılan adı da ‘’Hattın Sonu’’. Göller bölgesinin başkenti sayılıyor Puerto Montt.(12 büyük ve birçok küçük göl buzulların oluşturduğu) Patagonya’nın kuzey sınırında sayılıyor. Tren yolunun da, Pan Amerikan Highway’in de (Alaska’dan başlayıp, tüm batı kıyısını kat eden ve burada Chiloe adasında biten) sonu burası. Daha hala kıtanın sonunda değiliz ama birtakım sonlara başladık bile.
Kulağa hoş gelen iki şeyi yazmadan edemeyeceğim. Birincisi bir göl adı  ‘’Lago Todos Los Santos’’ hoş di mi??
İkincisi, ‘’Petrohue’’ küçücük bir kasabanın adı, şirin bir isim di mi? Ama anlamı ‘’Dev Sivrisineklerin Olduğu Yer’’
Antarktika’ya bu kadar yakın olan Puerto Montt’un kış sıcaklık ortalamasının gündüz 5 – 7 derece gece ise 0 derece civarında olduğunu öğrenmek şaşırtor. Hiç kar yağmazmış burada.
Turla bir ailenin işlettiği, buranın yerlilerinin yaşam biçimlerinin replikası olan bir yere gidiyoruz. Bizi baba oğul karşılıyor. Baba İspanyol anne Alman, oğul Şili’li olduğunu söylüyor. Sadece yerlilerin değil, buralarda bir zamanlar olan yağmur ormanlarının da replikası var. Tura ‘’Yağmur Ormanları’’ vaadiyle yazılmıştık ama olsun varil üstünde tütsülenmiş somon, papates, un ve bi ağacın yapraklarından aldığı tatla pişmiş bir bulamaç ve Şili şarabı ikram ediyorlar. Çok güzel doğrusu..
Bu da, yerlilerin inancına göre (!) genç kızları cazibesi ile ormana çeken, sonra da hamile bıraktığına inanılan orman adamı… Herşey ne kadar kolaymış o zamanlar J

VALPARAISO'YA GİDİYORUZ 07.12.2011

Sabah yine 04:30’da uyanıyoruz. Hani bizim saatle 09:30 ya onun için. Biraz daha yatakta debelenip kalkıyoruz, toparlanıp kahvaltı ve 09:00’da bizi bir önceki transferimizi yapan şöför tarafından bulan, rehberimiz LEONARDO CUZMAN ve şöför dediği, esasında sonradan öğreniyoruz ki o da Portekizce rehbermiş, GİGERMO tarafından alınıyoruz otelden.
Valparaiso’ya yola çıkıyoruz. Meğerse 8 aralık ‘’Immaculate Conception Virgin Day’’miş.  Santiago’ya 90 km. Valparaiso’ya 30 km. uzaklıkta, yani yolumuzun üstündeki kiliseye, adak yerine getirme günü.
‘’O’’ kilisede dua edip adak adarsanız (adak: 1 – 3 – 5 – 10 yıl veya ömür boyu Santiago’dan kiliseye yürümek) ve duanız kabul olursa, yürüyorsunuz. Yolda neler görmedik ki… Yürüyenler, bisikletliler, atlılar, bebek arabasında yürütülenler veee koltuk değnekleri ile yürüyenler. 90 km. ve koltuk değnekleri..





Yollardan bengonviller görüyoruz, iklimi siz düşününJ bizdeki köylüye burada HUASO deniyor.
İlk karşımıza çıkan vadi, Curacavi vadisi. Limon, avokado, domates badem yani Akdeniz’de olan her şey yetişiyor.
İkinci vadi ise Casablanca, sadece üzüm bağları var. Şili’nin en iyi beyaz şarapları bu vadiden çıkarmış. Toplam 3 üzüm üreten vadi var, Casablanca, St.Antonio ve Eleyda.
Casablanca 1980’e kadar sadece hayvancılık yapılan bir vadi iken, Koncentoro ailesi araziler satın alıp üzüm ekimine başlamış. Şu anda yılda 250 mio USD ihracatları varmış.
Üzüm Şili’ye 1551 yılında Cizvitler tarafından ayinlerde kullanılmak üzere getirilmiş.
Orijini Fransa’da olan (bir hastalık yüzünden de Fransa’da yok olmuş olan) KARMERE tipi üzüm, 1994 yılına kadar Şili’de Merlot zannedilip, öyle üretilip satılmış. Fransa’dan gelen bir üzüm/şarap uzmanı bunu keşfedince, Şili’liler üzüme sahip çıkmışlar, zira artık dünyada, sadece burada yetişiyor. (Tadı da hiç fena değil haniJ)
Yolda sohbet ederken, Türkiye’de takdirle izlediğim (parasız eğitim için 7 aydır savaş veren, Eğitim Bakanı’nın istifasını sağlayan)  öğrenci başkanı şahane güzel kız Camila VALLEJOS’un bir gün önce ‘’ileri demokratik’’ bir şekilde düşürüldüğünü yerine boş bir oğlan getirildiğini öğrenip üzülüyorum. Eğitim sorunu burada da aynen bizim ki gibi.
Valparaiso’ya varıyoruz. TANGUS yani Kızılderililer zamanı adı GİNTİL imiş. İspanyollar 1541’de geldiklerinde Valparaiso (Valley of Paradise) demişler.
Ispanyollara karşı bağımsızlık savaşını da Bernardo O’Higgins adında bir İrlanda’lı başlatmış iyi mi??(1881)
Renk cümbüşü olan Valparaiso 42 tepeden oluşuyor, 14 adet asansör teleferik şehrin içinde aşağı yukarı çalışıyor.



Mezarlığı bile bir tepenin üstü. Valparaiso ve Santiago’nun zenginlerinin yazlık yeri sayılan Vine del Mar ise Valparaiso’nun az dışında. Deniz kenarında şato gibi bir binanın önünde ‘’ARAB UNION’’ yazısını görmek bizi şaşırtıyor. Ama Araplar çok zengin ve güçlü bu ülkede.
Bir zamanlar sahili çok güzel olan, korunaklı bir koymuş ama Şili’nin 2. Büyük limanı olması ve TOKİ’nin burada da hizmet vermesi görüntüyü bir hayli bozuyor.
Otelimiz şahane ‘’Leonardo da Vinci’’ butik otel. Ev gibi. 





Turistik bölgede. Turistik bölge avuç içi kadar olsa da yokuşlar merdivenler insanı çok yoruyor. Evler rengarenk, bu kadar renkli bir yer görmemiştim hayatımda, kırmızı, mor, yeşil, mavi evler.. Yürüyerek geziyoruz, uğradığımız bir dükkanda da Türk olduğumuzu öğrenen tezgahtar bana dokunuyor, hayatında ilk defa Türk görmüş J. Güzel bir restoranda yemek yiyoruz adı yine ‘’Conception’’ . Okyanus balıkları ve beyaz şarap. İtiraf edelim ki bizim balıkların tadının yanına yanaşamaz bu balıklar. Ve daha fazla dayanamayıp uyuyoruz.

















Valparaiso da çektiğimiz diğer fotoğraflar: