7 Mayıs 2024 Salı

 


XIN CHAO VİETNAM ve KAMBOÇYA


Vietnam’a Varış 13.04.2024

Ho Chi Mihn City’ye 8200 km uçuşla öğleden sonra yerel saatle 5 gibi inmemize rağmen şehirde kutlanan bir festivalden dolayı otelimize oldukça geç varıyoruz. Yorgun olmamıza rağmen yemekten taviz yok, gezi liderimiz bizi açık büfe bir lokantaya götürüyor. Orada gördüğümüz istiridye, Jumbo karides ve kalamarlarla gözümüz dönüyor ama meğerse bu sadece bir başlangıçmış, sonra göreceğimiz ve yiyeceğimiz deniz ürünlerinin yanında gerçekten zayıf kalacak.

                                                                   

Havaalanında otele giderken Vietnam’lı rehberimiz bize ülke ile ilgili ilk bilgileri aktarmaya başlıyor. Ülke yaklaşık 100 milyon nüfuslu bunun 14 milyonu Ho Chi Minh City’de yaşıyor. Ülkede kayıtlı 90 milyon motosiklet ve 10 milyon özel araba var. Trafikte motosikletlerden kelimenin tam anlamıyla geçilmiyor, karşıdan karşıya yaya olarak geçerken üstünlük motosikletlerde, ya aralardan kıvrılarak geçmeye çalışacaksın ya da trafiğin azalmasını dakikalarca bekleyeceksin. Günler ilerledikçe, trafiğe alıştık ve bir Vietnamlı gibi kendimizi motosikletlerin ortasına atmayı öğrendik.


Ülkenin eğitim sistemi Fransız dönemi, sağlık sistemi ise komünist dönemin etkisinde, çocuklar 3 yaşında zorunlu eğitime başlıyor 3 yaş tohum, 4 yaş sürgün ve 5 yaş fidan sınıfları 6 yaşında ise ilk okula başlıyor. 5 + 4 + 3 sistemi eğitimden sonra üniversite sınavı var, kazanamayan zorunlu olarak 2,5 yıl askerlik yapmak zorunda. Özel üniversiteler de var ama çok pahalı aylık USD 2.000.- ücretli. Özel okul ve hastaneler Amerikan, Fransız, Avustralyalı yatırımcılar kurmuş. Devletin verdiği hastane hizmetleri ucuz ve çok verimli imiş, kıskanmadığımızı söyleyemeyiz. Gece olmasına rağmen hava sıcak ve nemli.

2. Gün 14.04.2024

Yetmeyen uyku ile kalkış ve 7:30 tekerlek döndü. Hedef My Tho kasabası ve Mekong deltasında kayıklarla yerleşim olan bir adaya gidiyoruz. Mekong Nehri, Tibet, Laos, Thailand, Mynmar ve Kamboçya’dan geçerek Vietnam’da denize kavuşuyor. Tekneler 4’er kişilik, fantastik görüntüler içinde deltada ilerliyoruz, hava gerçekten sıcak, tekne herkese şapka dağıtıyor, o derece yani. 



Adaya indikten sonra polen, (ballı polenli çay), kakao ve çikolata üretimlerini görüp tadımlar yaptık, üretim yerlerinden birinde kafes içinde hayatımın en büyük 2 piton yılanını gördüm ve kafeste oldukları için az da olsa rahatladım J  Burada ekzotik meyvelarla karşılaşmaya başlıyoruz, muzu tanıyoruz da diğerleri genelde oldukça yabancı papaya, ejder meyvası, mango, ananas, liçi, taze Hindistan cevizi, çarkıfelek (!) aman dikkat insanı fena yapıyor.



Oradan bambu üretimi ve satışı yapılan bir yere gittik, bambunun pamuktan 4 kat daha fazla su emdiğini öğrendik ve bambudan üretilmiş mutfak bezinden, havluya, iç çamaşırından şapka gömlek elbiseye kadar çok çeşitli ürünler gördük. Gezi liderimizin tüm isyanlarına karşı hayli de alışveriş yaptık 


Öğleden sonra Ho Chi Minh City’de serbest zaman verildi, peki biz ne yaptık ? Ben Than Market’e gidip alışveriş yaptık. Burası bizim kapalı çarşıya benziyor ama sadece kıyafet, ayakkabı ve yiyecek var. Vietnam üretimi olan ünlü markaların hepsini bulabiliyorsunuz, yine çok kalabalık ve çok sıcak, görmeye değer ama. Akşam tavsiye edilen bir restorana gittik ama maalesef yer olmayınca en bildiğimiz yer olan bir gece önceki deniz ürünleri restoranına bir kez daha gittik.

 

 3. Gün 15.04.2024

Bu gün otelimizden ayrılıyoruz. 7:15 tekerlek döndü ve Vietnam’a gidip de görmeden dönülemeyecek Cu Chi tünellerine gidiyoruz. Anlatıldığında bile insanın tüylerini diken diken eden, bizim Vietnam Savaşı, Vietnam’lıların ise Amerikan Savaşı dedikleri dönemde yaşanılan bir nevi yer altı şehri.


Fransızlar kolonileri olan Vietnam’a 1945’te bağımsızlıklarını veriyor ve Çin(Kuzey Kore - Sovyet desteği)  ile Amerika’nın oyun alanına dönüyor ülke. 1954 yılında Kuzey ve Güney Vietnam ayrılıyor ve 1956 – 1975 yılları arasında iç savaş sürüyor.  

Cu Chi tünelleri 200 km uzunluğunda ve 16.000 kişinin yaşadığı bir yeraltı şehri, kreşinden, hastanesine, sinemasına kadar yaşam için gerekli her şey var. Mutfaklardan çıkacak olan dumanın havalandırılması sabah sisini bekleyerek yapılıyormuş belli olmaması için. Sadece hamaklarda yatılıyormuş çünkü çok fazla sürüngen ve akrep olduğu için, bir de Amerikalıların attığı sismik bombalarda daha az etkilenmek için.  İnsan aklının zor aldığı çözümler geliştirilmiş havalandırma, su baskını, gibi çeşitli yaşamsal gereksinimler için. Bunu yanında savaş bölgesinde Amerikalı askerler için kurulmuş tuzakları görünce dehşete düşüyoruz. Çin işkencesi tam bu tuzaklarda kendini gösteriyor, amaç öldürmek değil ağır yaralayıp, yaralananın taşınması ile birlikte 3 askeri saf dışı etmek. Metrekareye atılan bombaları ve sayısını görünce savaşın ve Amerika’lıların ne kadar acımasız olduğunu birkez daha görüyoruz ve dehşet içinde buradan ayrılıyoruz. 20 yıl yani nerdeyse bir nesilin bu şartlarda yaşadığı ve özgürlükleri için tüm zorluklara katlanmış olan Vietnam halkını saygı ile yad ediyoruz.




Kamboçya’ya geçmek için geldiğimiz havaalanında duygularımız halen ağır basmasına rağmen yeni bir ülkeye gidecek olmanın heyecanı da var. Uçak  38 kişilik pervaneli. En son yıllar önce Bodrum Imsık havaalanına bu tip bir uçakla uçmuştum.  Uçağımızı Siem Riep’te bizi tüm gezi boyunca en sevimli bulduğumuz rehber Len Onn karşılıyor. Güler yüzlü, çok bilgili ve sevimli.  Rehberimiz hemen uyarıyor, Ejder Yılı başlaması kutlamaları var, sakın dışarı çıkmayın, herkes birbirini ıslatır size de acımazlar ıslatırlar ve trafik korkunç diye. Sanki bu uyarıyı anlamamışız gibi aramızdaki gençler derhal birer tuktuk kiralayıp kasabanın merkezine gidip her taraflarına kadar ıslanıp döndüler.

Otele gelirken rehberimiz Kamboçya’nın 16 milyon nüfusu olduğun %80’nin çiftçi olduğu, gelirlerinin kauçuk, biber, pirinç turizm ve tekstilden oluştuğunu, 440 km. Sahil şeridine sahip olduğunu din olarak da Budist, Hristiyan ve doğaya inanlardan oluştuğunu söyledi.

 

4. Gün 16.04.2025

Gezimizin , en sıcak, en nemli ve en zorlayan bölümü olmasına rağmen, beni büyüleyen bir gün oldu Siem Riep’ten tapınaklar şehrini ziyaret gittiğimiz gün. Çok sıcak olacağını öngören sevgili liderimiz 07:00’de tekerlek döner dedi, zaten 5-6 km ilerde olan tapınaklar alanına 7:30 gibi varmış olsak da, sıcak bastırmıştı bile.


İlk olarak Angkor Wat tapınağını görüyoruz uzaktan ve büyüleniyoruz. Güneş arkasından çıkarken önündeki gölde olağanüstü bir yansıması var, kendimizi göle bakmaktan alamıyoruz ama hava sıcak gezilecek çok yer var.

Angkor Wat Kmer mimarisi ile yapılmış, tanrıların yaşadığı inanılan Meru Dağı şeklinde kubbelerden oluşuyor. Dünyada bayrağında yapı olan tek ülke Kamboçya, tabii ki bayrakta Angkor Wat simgeleniyor. İçindeki rölyefler çok çarpıcı, Hint mitolojisinden betimlemeler var, burası Vişnu adına yapılan bir Hindu tapınağı iken, daha sonra Budist tapınağına çevrilmiş.

                                                                             


Aklımız burada kalarak, ve hava iyice ısınmadan Bayon Tapınağını da görüyoruz, burada hemen her kubbe veya kulenin dört bir tarafında değişik yüz figürleri var.

En sonuncu ve artık sıcaktan ve nemden bayılmak üzere iken Ta Prohm Tapınağına gidiyoruz ki, doğanın gücü bize tam bir görsel şölen sunuyor. 16 yy civarında terkedilmiş bu tapınağı ağaçlar devralmış. Ama ne ağaçlar, taşları yerlerinden oynatan köklerle, ve tapınağa adeta çatı yapacak kadar uzamış dev gövdelerle çok ama çok görkemli duruyorlar. Ağaçların incir ve banyan ağaçları olduğunu öğreniyoruz.



Tüm bunların Unesco Dünya Mirasında olduğunu da eklemem lazım.

Aklımızı bıraktığımız bu bölge yani tapınaklar bölgesi 400 kilometre kare alana yayılıyor, yani normalde en az 7-8 günde gezilebilecek bir alan, ama bu sıcakta bize 3 tanesini gezmek yetiyor da artıyor bile.

                                                                        


                                                  

Akşam ise Kamboçya yerel kültürü ve Kraliyet Balesinden esinlenmiş Aspara dansının olduğu yine  olağanüstü bir dans gösterisine gidiyoruz.



Beni bu gezide en büyüleyen gün sona eriyor.

 

5. gün 17.04.2024

Bugün uyumamıza biraz izin var, tekerlek 10.30’da döndü ve biz tekrar Vietnam Da Nang’a uçuyoruz. Oradan masal şehir Hoi An’a geçiyoruz.

Da Nang  Vietnam savaşı döneminde Amerikalıların denizaltı üssü imiş, yine Amerikalıların liman olarak kullandıkları bir körfezde de öğlen yemeği yiyoruz. Yine gençlerimiz ayaklarını da olsa Pasifik okyanusuna sokmadan edemiyorlar 

                                                                                 


Hoi An gerçekten anlatılmaktan ziyade görsel bir şölen gibi görülmesi gereken bir yer. Burada bilhassa gece bir renk cümbüşü var, ortasından geçen nehrin üzerinde fenerlerle süslenmiş kayıklara binip, yine rengarenk kutucuklarla dilek mumu bırakabiliyorsunuz nehre, her tarafta renkli fenerler, nereye bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Buranın bizim için en güzel yanı, ihtiyacımız olan kıyafetleri %100 keten ve tam üzerimize göre diktirmek oldu. Akşam üzeri kumaş beğenip ölçü verdik ertesi gün tam üzerimize göre olan kıyafetleri teslim aldık. Aklı alır gibi değil ama burada Blue Eyes Dikimevi Linda hanımdan söz etmeden geçemeyeceğim :)

6. gün 18.04.2025

Bugün şehrin geleneksel evlerini ziyaret ettik, ve ipek imalathanesine gittik. 

                                                                                                           




Bir kozadan 1 kilometre ipek ipliği çıktığını burada öğrendim. Yiyecekler yine olağanüstü güzel ve Türkiye’ye göre çok ucuz, bunca deniz mahsulü ve kabuklu yiyoruz ve alerji olma korkusuna yenilmeden yemeye devam ediyoruz.  Hoi An’ın da Unesco Dünya Mirası Listesinde olduğunu hatırlatayım.

7.gün 19.04.2024

Bugün Hue’ye hareket ediyoruz, zigzag yol denilince korkmuştuk ama gayet rahat bir otobüs yolculuğu ile geliyoruz Hue’ye.  

Hue eski kraliyet başkenti, komünizm döneminde başkent Hanoi’ye taşınmış, nüfusu 1,5 milyon ve bunun %10’u da kraliyet ailesi mensupları. Kıyafetlerinden ayırt edilebiliyor bu elit kesim. İlk olarak Kraliyet sarayına gidiyoruz, saray dediğimiz adeta bir şehir, gezmek için gezi liderimiz bizlere acıyor ve tuktuk kiralıyor sağolsun.  imparator Minh Mang mozolesi, hani yüzlerce eşi olup da, gecede 5 eşiyle yatıp 3’ünü hamile bırakan imparator. Erkek arkadaşlar bu mozolenin böyle bir adam için az bile olduğunu söylediler ama bilemem artık 😊





Diğer bir görkemli yapı ise Khai Dihn mozolesi, Yasak Şehrin kalıntıları arasında da gezerek çıkıyoruz kraliyet şehrinden. Artık çok sıcak ve nemli demeyi bıraktım, çünkü her yer öyle, nem ve yürüyüş çok yoruyor biz yaştakileri. 

                              


Yemekten sonra Parfüm nehrinde tekne ile geziyoruz.  Adını, sonbaharda bahçelerden nehre düşen çiçeklerin oluşturduğu çiçek kokularından almış. Biz gezerken öyle bir koku yoktu maalesef.

Buradan Thien Mu Pagodasını ziyaret ediyoruz, şehrin bir nevi sembolu 7 katlı bir yapı, sadece ilk katına çıkılabiliyor, içerisi Budha heykelleri ve sunaklarla dolu. Yine içinde bulunan 3 tonluk çan, söylendiğine göre 10 km uzaktan duyulabiliyormuş.

 




8. gün 20.04.2024

Sabah erkenden Hanoi’ye uçuyoruz, ve bizi gerçekten engin bilgisi ve güler yüzü ile kendini sevdiren Vietnam’lı rehberimiz Nguyen Cüu Nam karşılıyor.

Günlerden Cumartesi dolayısı ile  Ho Chi Minh mozolesi önünde gerçekten dehşete düşürecek bir kuyruk var. Bu sıcakta güneş altında beklemeyi kimse istemiyor ve mozoleye girişi pas geçiyoruz. İçim acıyor, sanki Ankara’ya gidip Anıtkabir’e gitmemek gibi geliyor bana, ama tur liderimiz bunu telafi ediyor ve öğlen tatili zaman hiç olmazsa mozolenin bahçesine girebiliyoruz.



 Başkanlık sarayı ve One Pillar Pagoda’yı geziyoruz. Adını tek taş sütün üzerine ahşap lotus şeklinde yapılmış olmasından almış ve Fransızlar 1954’te ülkeyi terk ederken, burayı da yerle bir edip gitmişler. Sonradan tekrar restore edilmiş.

Temple of Litrature diğer adı ile Temple of Confucius, 1070’de Li Hanedanı oğlu için yaptırmış ve 6 yıl sonra halka açmış. Konfüçyus etkisi ile 1954 yılına kadar sadece erkek öğrenciler kabul edilmiş. Bu tarihte Ho Chi Minh kız öğrencilerin girmesine de izin vermiş. Vietnam’ın ilk üniversitesi ve 1070 yılından beri 2 sınav ile alıyor öğrencilerini, biraz bizim medreselere benzettik biz. 5 bölümden oluşuyor, ilk üçü ejderin kafası, ciğeri ve kalbi, 4. Bölüm 1076 yılında yapılmış adı Konfüçyus, 5. Bölüm ise öğrencilerin eğitim yeri. İlk 3 sanırım meditasyon ve konsantrasyon arttırıcı eylemlerin yapıldığı bölüm. Konfüçyus 3 değere saygı istemiş ;

Krala – Öğretmene – Anne babaya


                                                                


                                                                                              


Pagoda ve Tapınak arasındaki farkı burada öğrendim. Pagoda tanrılara, tapınak atalara şükranları ilettikleri yapılar. Reenkarnasyona inanıldığı için tapınaklara yemek et ve içki sunuluyor, pagodalar da ise tütsü yakılıyor.



Fransız stili inşa edilmiş opera binasını da görüp, Su Kuklası Tiyatrosuna gidiyoruz. Akşam tur liderimiz hepimize büyük bir sürpriz yapıp bizi açık büfe deniz ürünleri lokantasına götürüyor, işte bu da anlatılmaz ancak gidilir ve yenilir. Aklınıza gelebilecek her kabuklu, sushi, tüm deniz ürünleri görsel bir şölen halinde önümüzde. Et de var ama bakan yok.

9. gün 21.04.2024

Yine tekerlek 07.30’de dönüyor L Ninh Binh hareket, yolda Quang Phu Cau köyüne uğruyoruz, tüm köy tütsü üretimi için adeta iş bölümü yapmış, tütsülerin üzerine yapıştırılan bambu çubukların renklendirilmesi akıllara ziyan, şahane fotoğraflar çekiyoruz.






 Buradan Bai Dihn Pagoda’ya, Vietnam’daki en büyük Budist Tapınak kompleksi imiş. İki bölümden oluşuyor, eski ve yeni tapınaklar, yeni deyince gerçekten yeni yani 2003’te başlanıp 2010 bitirilmiş. Biz galiba artık pagoda görmekten ya da sıcak ve nemden usanmışız, sadece eski tapınağı geziyoruz, bazı arkadaşlarımız 3 Budha olarak bir ağaç altında oturup bizi bekliyorlar 


BuradanTam Coc nehrinde geleneksel kayıklara binip pirinç tarlaları ve mağaralardan geçen güzel bir gezinti yapıyoruz. Burada kayıkların küreklerini ayaklarıyla çekmeleri bizi şaşırtıyor, kürekçiler genelde kadın.





Ninh Binh Legend Hotel’e geldiğimizde pestilimiz çıkmış durumda, fakat otelimiz çok güzel, çevresinde Vietnam’lı zenginlerin kendileri için yaptırdıkları olağanüstü ihtişamlı evleri görüyoruz. Burada da para ve görgü denkleminin nasıl ters işlediğinin ispatı var yani.

Otelimiz şahane, roof bar, odalar, restoran, tek kusur güzelim banyo ve tuvaletlere yapılmış olan plastik kapılar, şaşırıyoruz.

 

10. gün 22.04.2024

Gezimizin sonuna yaklaşıyoruz artık, uyumamıza izin veriyor liderimiz (J), ve Halong Bay yola çıkıyoruz. Burası King Kong filminin de çekildiği yer imiş, 2000’e yakın adası olan bir körfez, Dünya Mirası’na girmiş ama 2021’de çıkarılmış temizliğe önem verilmediği için, bir doğa harikası ama gerçekten deniz üstünde yüzen plastikleri görünce insanın içi acıyor. Şekline göre isim almış kalker dikitler (adalar) arası geziyoruz. Halong Bay’de yine küçük teknelerle bir gezinti yapıyoruz.




 Öğlen yemeği yiyoruz, akşam üstü ise liderimiz sevgili Temel’in yaş günün kutluyoruz. Yaş günü kutlaması için daha olağanüstü bir yer olabilir mi? Sağolsun Ebru’muz.

Tüm bu yemeklerin üzerine akşam yemeğini hiç birimiz yiyemiyoruz ve tüm yemekler atılıyor, çok üzücü. Gece güvertede Bolivya’lı yeni evli bir çifte biz Türkler damat halayı çekiyoruz inanır mısınız?

Teknede geceliyoruz.

 

11. gün 23.04.2024

Sabah teknede yapılan aktivitelere en azından biz kalkamıyoruz, ama genç arkadaşların hepsi, hem Tai Chi dersine, hem de adalardan birinde trekking ve yüzmeye katılıyorlar.

Kahvaltıdan sonra otobüsümüze binip Hanoi’ye dönüyoruz, 2-3 saatlik serbest zamandan sonra havaalanı ve Istanbul’a uçmak üzere uçağımıza biniyoruz.

 

Buraya kadar okuyanlar, bir günü atladığımı görmüş olacak, ama ben hangi günü atladığımı bilemedim, sanırım bunu Temel bize söyleyecektir.

Her şey için Temel ve Ebru’ya tekrar teşekkür ediyoruz.









Otobüs seyahatlerinde rehberlerimizin anlattıklarını kısaca özetlersem ;

Kamboçyalı rehberimiz 1979 doğumlu olduğunu biliyor ama doğum tarihini bilmiyor, çünkü Kızıl Kmerler okur yazar olan herkesi öldürüyorlarmış, dolayısı ile kimse çocuğunu nüfusa kayıt ettirmemiş bir dönem. Yaklaşık bir nesil ya okur yazar olmadan ya da öyleymiş gibi rol yaparak hayatta kalmaya çalışmış. 1953’te Fransızların ülkeden çekilmesinden sonra başlayan iç savaş, ülkeye Rus, Çin ve Amerika’lıların müdahalesi ile 1975’ kadar sürüyor, Amerika çekilince Kızıl Kmerler 4 yıl daha soykırım gerçekleştiriyor. 1991 yılında Kamboçya – Vietnam savaşı bitince, 1997’ye kadar karışıklık içinde olan Kamboçya’da, silahlı çatışmalar sonucu Kamboçya Halk Partisi yönetimi ele aldı. Şu anda Demokratik Otokrasi var ülkede, seçimler serbestçe yapılıyor, aday tek.

Bu arada rehberimiz Ta Prohm Temple’a , Tom Riader Temple, (Film orada çekilmiş) hatta Angelina Jolie Temple dendiğini, ve Angelina Jolie Kamboçya’ya geldiğinde kendisinin karşıladığını söyledi.

 

 

Vietnamlı  rehberimizden ise, 1954 yılında Fransızların ülkeyi terk etmesinden 2 yıl sonra 1956’da başarısız bir seçim yapıldığını, sonra Amerikalıların gelip bizim Vietnam onların ise Amerika savaşı dediği savaşın başladığını bir sonraki seçimin 1975’te yapılabildiğini söyledi.  1979 ise Çin destekli Kızıl Kmerler ile savaş başlamış, Çin sınır savaşı denmiş yaklaşık 20.000 Vietnam’lı bu savaşta ölmüş, ateşkese rağmen 1993 itibarı ile huzura kavuşulmuş.

Orta  Vietnam’da ölü normal bir mezara defnediliyor, 3 yıl bekleniyor, sonra gece mezar kazılıp kemikler gösterişli bir mezara naklediliyor, içine hediyeler konularak. Gece çünkü güneş reenkarnasyona engel olabilir.

1975-1986 arası herkes mutlu imiş herkes çalışıyor görünüyormuş ve karşılığında kupon alıyormuş, ama insanoğlu işte 80’den sonra bakmış az çalışan da çok çalışan da aynı kuponu alıyor, tembellik başlamış işler tavsamış ve ekonomi çöküşe doğru gitmiş.

1986’da kuponlar kesilmiş ve herkes çalıştığı kadar para almaya başlamış, açık ekonomiye geçilmiş, enflasyon %700’e varmış. 1990 itibarı ile toparlamış ve 2000’lerde iyiye gitmeye başlamış. Son 20 yılda hızla büyüme kaydedilmiş. Gerçekten de yapılarda, otoyollarda, ticarette nasıl geliştiği görülüyor ve kim ne derse desin, uzak doğu gümbür gümbür geliyor.

 Eskiden evlenme sadece görücü usulü ile imiş ama artık yeni nesil kendi seçebiliyormuş. Evlilik seremonileri bana tam Ege düğünlerini hatırlattı, tüm kasaba davet ediliyor, yemekler veriliyor ve her masada Happy Water var. Pirinç içkisi (yaklaşık 40 derece alkol) içimi güzel bir içki, rehberimiz babasının yaptığı Happy Water’dan hepimize ikram etti :)

Bu düğünlerden sonra gençler 2-3 sene borçları ödemek için çalışmak zorunda kalıyorlarmış.

Bir de Vietnamca imlanın ne kadar önemli olduğunu öğrendik.




18 Ekim 2023 Çarşamba

ORHUN VADİSİ ve ALTAY DAĞLARINDA ALTIN BAŞLI KARTAL FESTİVALİ

 



Bu gün, 30 Eylül Cumartesi.

Dün geldik Bayan Ulgii şehrine. Şehir dediysem, köyleri dahil nüfusu 110. 000 olduğu söylendi. Yani büyücek bir kasaba.

Bayan, Moğol dilinde "zengin" anlamına geliyormuş. Yani şehirin adı ; Zengin Ulgii.

Ulgii, nüfusunun %90'ı Kazak ve %10'u Moğol olan bir şehir. Bu nedenle Moğolistan'da bir Kazak Kenti diyebiliriz.





Başkent Ulaanbaatar'dan 2 saatlik uçak yolculuğu ile ulaşılıyor. Aynı gün 6 uçuşu görünce çok şaşırmıştım doğrusu. Şaşıran sadece ben değil Hunnu Airlines çalışanları da galiba, çünkü tüm uçuşlar birbiri üzerine binip, ortalık karışmıştı. Ama hakkını vereyim, çok iyi bir uçuş ve hizmet aldık. Hatta bizim THY'nin nasıl olup da bir kaç yıldır üst üste Avrupanın en iyi havayolu olabildiğini sorguladık. Hunnu Airlines de, koltuk arası genişliği gayet iyi. İkram bizimkinden çok daha iyi. Üstelik bu iki saatlik iç uçuş.

THY, de 8 saatlik uçuşta istenilen 2.ekmeği bile vermeyen garip bir anlayış var.

1400 Dolarlık bilet alıp, 35cm lik koltuk aralığında, neyse konumuz THY değil. Zaten bundan böyle tercihimiz de değil. Bayrak taşıyıcı hava yolunda Türk rakısı servisi yok, ama İngiliz viskisi, Alman birası ve Fransız şarabı var. Severim böyle milli havayolunu.

İndik Bayan Ulgii Hava Limanına.

Tam çıkışta bizi bir müzik grubu karşıladı. Arkalarındaki panoda "Kartal Festivali 2023" yazıyordu.




Şimdi anlaşıldı üst üste inen bir dolu uçağın nedeni. Yoksa buraya her gün bir uçak bile inmiyormuş.

Zaten bu gün gördük ki, "Altın Kartal Festivali" uluslararası bir nitelik kazanmak üzere. Yüzlerce hatta binlerce batılı, doğulu, güneyli, Amerikalı insan bu festivali izlemek için binlerce kilometre yol gelmiş.

Gerçekten de müthiş bir olay, anlatmaya çalışacağım. Ama sırada daha başka anlatacaklarım var.

Sovyet Rusya, Moğolistan'ın Kazakistan ile ortak sınırı olmasın diye, burada da olmayacak entrikalar yapmış; Kazakistan ile yine Kazakların yaşadığı Ulgii şehri arasındaki daracık bir koridoru kendisi ile Çin sınırı yapmış.

İstanbul'dan doğrudan Başkent Ulaanbaatar'a uçtuk.

Gayet güzel bir otel olan Flower Hotel de toplamda 4 gece kaldık.

Yüzölçümü Türkiye 'nin iki katı olan Moğolistan'ın nüfusu 3,5 milyon. Bu nüfusun 2 milyonu da baş şehir Ulaanbaatar(Kızıl Kahraman)' da yaşıyormuş. Şehirdeki ulaşım sadece karayolu ile. Karayolu akışı sağdan. Ama otomobillerin çoğu da sağdan direksiyon olunca kilitlenme kaçınılmaz oluyor. Yani doğru bir Karayolu rejimi yok. Sollama, sağlama karışmış. Dolayısıyla 6 şeritli yollar kilitleniyor. Trafik tam anlamıyla kabus gibi.

Ulaanbaatar'da budist manastırlarını gezdik. Tesadüf mü gezi liderimiz Dr. Temel Tacal mı denk getirdi bilmem ama budist ayinlerini canlı izledik. Manastırlara girerken eşiğe basmamak gerekiyormuş.







                                                                                                     

Budist ayinleri gerçekten enteresan. Renklerin her birinin anlamı var. Güzel fotoğraflar çektik.

Moğol insanı GER dedikleri çadırı çok seviyor. İki katlı evlerinin bahçesinde GER leri var. Enteresan bir tutku.

Ulaanbaatar'daki Cengiz Han Müzesine ayırdığımız sürenin 3 saat gibi çok yetersiz bir süre olması gezimizin tek eksiğiydi.

 

2.gün TERELJ bölgesine giderken Tonyukuk'un yazıtına uğradık ama göremeden geri döndük. Sonra devasa boyutlarda Cengiz Han heykeline gittik. Dünyada insan eliyle yapılmış en büyük 30.yapı. 40 metre yüksekliğindeki, paslanmaz çelikten yapılmış. Cidden çok heybetli.





Terelj'de balkonlu çadırları gördük. Pandemi döneminde oluşan talep bu yatırımları gerçekleştirmiş. Güzel bir öğle yemeği yedik orada. Tuvalet ve lavabolar gene tertemiz. Oradan dağ başındaki bir Budist manastırını ve kaplumbağa kayasını gördük. Akşam yemeği Ulaanbaatar'da değişik ve güzel bir restorandaydı.








Üçüncü gün 7 saatlik bir yolculuk sonrasında vardığımız Karakurum (Harhorin) de iki gece Moğolların GER, Türklerin YURT adını verdiği çadırlarda geceledik.



Bu çadırlar bizim kepenek dediğimiz sıkıştırılmış yapağı ile yalıtılmış. İçinde ahşap bir iskeleti var. İçeriden ayrıca kalınca, halı benzeri bir yalıtım daha var. İki kişilik çadırlar yaklaşık 30 metrekare. Karakurum daki çadırlarda çadırın içinde elektrik, duş, lavabo ve tuvalet vardı. Isıtması yetersiz olsa bile elektrikli radyatör le yapılıyordu. Oysa sonradan gideceğimiz Ulgii deki çadırlarda, bunlardan hiç biri yoktu. Karakurum köyden biraz daha büyükçe bir kasaba ve Moğollar için de yabancı turistler için de önemli bir yer değil. Gezdiğimiz Erdene Zuu manastırı dışında bizim için çok önemli bir nokta olması, Göktürk Devletinin kurulduğu yer olması.

Erdene Zuu, budist manastırında budist ayininde sunulan içtiğimiz "kımız" hiç fena değildi. Ama orada Buda'nın 23.reenkarnesi olduğuna inandıkları genç bir adam için yapılan özel ayin, gerçekten bir şanstı. Bu vesileyle fırsatı nimet bilip kutsanan arkadaşları da tebrik ediyorum. :=)

 Bir Türk olarak Karakurum benim için önemli bir yer.

Çünkü burası ;Orhun Vadisi.





Bilge Kaan ve kardeşi Kül Tigin'in yazıtları burada. Benim için, muhteşem bir yer.

Tarihte "Türk" kelimesinin geçtiği (m. s. 7.yy) ilk yazılı belge, Orhun Abideleri ve TİKA'nın koruma altına aldığı bu anıtlar, bir müze içinde bulunuyorlar. Müzeyi de yine TİKA yapmış. Görmeyi çok istediğim bir yerdi.

Türk dilinin bilinen ilk yazılı kaynakları ve ilk Türk alfabesi olan Göktürk alfabesiyle yazılmış bu anıtlar, her Türk için çok önemli olmalı.

İlteriş Kutluk Kaan'ın oğulları olan Bilge Kaan ve kardeşi Kül Tigin iki dilde yazmışlar kitabeyi; Göktürk alfabesiyle ve Çince. Taşın ön yüzünde Göktürk, yan yüzünde Çince yazılı metinde, milletine hesap ve öğüt veren bir yazı var. İnternette kolayca bulunuyor çevirisi.

Bu anıtları yazdıran ise babalarının da Başveziri olan bilge devlet adamı, Tonyukuk. Tam ve örnek bir devlet adamı. Onun da bir kitabesi var ve gittik görmeye. Ama oraya da bir müze ve tesis yapılıyormuş, göremedik.

TİKA;TC Kültür Bakanlığına bağlı Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı.

 

Moğolistan uçsuz bucaksız bozkırlardan oluşan bir ülke ve tabii ki çok soğuk bir ülke. Ulaanbaatar'dan Karakurum'a 6 saatlik yolculuk ile karayolundan gittik. Bu sayede su ile çölün aynı yerde bulunabileceğini de görmüş olduk. İnanılmaz ama gerçek. Rüzgar o kadar kuru, sert ve sürekli ki, ot bile yetişmiyor o çölde. Ama su var.

Unutmadan yazmalıyım; Umumi tuvaletlerin temizliği bizimkilerden daha iyi. Kırsal alandakiler hariç tabi. Orada tuvalet bile yok.

Yemekleri de gayet yenilebilir ve güzel. Ama et ağırlıklı. Sebze, meyve çok az.

Çayı suda değil sütte demiyorlar. Hiç de fena değil tadı. Çok yüksek hayvan varlığına sahip bir ülke. Dolayısıyla kırmızı et ucuz. Önemli bir Müslüman nüfus var ama domuz eti çokça tüketiliyor. Koyun, at ve dana eti çok, tavuk az.

Turizmi daha yeni keşfediyorlar. Bu çerçevede, açık büfe yemek ilk yarım saatte bitiyor ve yenisi de gelmiyor. Ama sorarsanız yemek süresi 2 saatmiş.

Karakurum'da kaldığımız çadırların da olduğu otelimizin adını hatırlamıyorum. Ama zaten oradaki tek otel.

Ama doğrusu oraya gidecek olanlara çadırda kalmayı asla tavsiye etmem. O soğukta banyo yapmak da çok riskli.

 Karakurum'dan döndüğümüzde Ulaanbaatar'daki otelimize kavuşmak ve yıkanmak bizi çok mutlu etti.

 Bir gün sonra uçtuk Bayan Ulgii ye.

Oradaki çadırların içinde elektrik, su, tuvalet, lavabo yok.

40-50 metre uzaktaki ortak kullanımda olan tuvalet, lavabo, banyo var. Isınma soba ile. Bu nedenle de ya çok sıcak, ya da çok soğuk. Bunu önlemek için gece boyunca iki kez birileri çadırınıza giriyor ve soba yakıyor. Zaten çadırlarda kapı kilidi filan da yok.



Çadırlarımız genç bir karı-kocanın sahibi oldukları bir yer. Koca aslında bankacı adı da Nurbol. Karısı gayet güzel Türkçe konuşuyor, Nurcan. Bir de Nurcan'ın abisi var çalışan. Aile işletmesi. Yemekleri de kendileri yapıyorlar, servisi de. Yemeklerin de gayet güzel ve yeterli olduğunu yazmalıyım.

Bizi memnun etmek için çırpındılar.

İkinci gün, Rus yapımı 4x4 minibüslerimizle Altay Dağlarının içine ilk yolculuğumuzu yaptık. Yaklaşık 2000 metre rakımdaki devasa yaylaya iki saatte vardık. Yolun yarısından sonraki alanda yol da yoktu. Sürücü bataklık benzeri yolda, nereden gideceğine kendi karar veriyordu. Üç minibüsten birinin sürücüsü belki de bu nedenle yanlış karar verdi ve çamura saplandı. Ama bu gayet olağanmış...





Vardığımız çadır, bir Kazak ailenin çadırıydı.

Çevrede, inekler, koyunlar, yaklar, atlar serbest dolaşıyor.

Gayet güzel Türkçe konuşan büyük kızları Umut bizi çok şaşırttı. Türkçeyi internetten ve Türk tv dizilerinden öğrenmiş.

Yer sofrasında önce bir geleneksel, yiyecekler ikram ettiler. Derken sofraya bizim için kesilip pişirilmiş koyun geldi. Müthiş güzel lezzeti yer sofrasına yanaşamayan göbekliler tatmakla yetindiler; Misal, ben.

Dönüş geceye kaldığı için biraz tedirgindim, ama sürücüler gerçekten başarılıydı. Sıfır konforlu minibüsler de öyle. Ama yolda kara saplanmış, kaymış bir dolu araç da gördük.

Bir de gece karanlığında, yanındaki boş atlarıyla, ata binmiş ve eğere bağlı bastonununa koyduğu sağ kolunda Kartallarıyla giden adamlar gördük. O soğukta, karlı dağ yolunda, hayvan kürkü paltoları ve deri pantolonlarıyla...

Öğrendik ki, ertesi gün yapılacak Altın Kartal Festivali yarışmasına gidiyorlarmış!

Bu yolculukları iki gün sürenleri bile varmış.

Yanlarındaki boş atlarını da, diğer atı dinlendirmek için götürürlermiş.




Kartallarını çocukları gibi seviyor ve bakıyorlar. Şimdilerde yetişkin kartalı tuzakla yakalayıp alıkoymaları da varmış ama esasen onu biraz büyümüş yavruyken yuvadan alıp bakarlarmış. Zaten yarışmada o Kartalların en üst derecelerde yer aldığı görülüyor. Kartalı alışıncaya kadar kendileri besliyorlar ama sonradan avlanmaları için belli zamanlarda serbest bırakıyorlar. Yani vahşi yeteneklerini geliştirmelerini sağlıyorlar. Alınan bu yavru kartallar en çok 7 sene bakılıyor ve sonra doğal yaşamına bırakılıyor. Rivayete göre ara ara sahibini ziyarete gelirmiş.

Neticede çok güçlü ve vahşi bir hayvan Kartal. Bu nedenle sahibi dışındaki insanların yanında gözleri süslü bir gözlük ile kapatılıyor. Pençeleri bir insan eli büyüklüğünde ve tırnakları da neredeyse 10 cm. Çiğ et ile besleniyorlar.

Çok farklı, çok değişik bir Coğrafya değil mi?

Festivalin yapılacağı gün nihayet gelmişti. Ulgii den yaklaşık bir saatlik asfalt yol ile gittiğimiz yer devasa bir düzlük. Karlı Altay Dağlarının bir yaylası. Çevresi tamamen karlı yalçın kayalıklarla çevrili. Uzakta bir yerde minik bir göl de var. Ama orman yok. Rakım 2200 metre olarak ölçülüyor.


                                                                                             



Binlerce insan, yüzlerce araçla gelmişler.

Onlarca YURT çadırı kurulmuş. Yerel satıcılar ürünlerini yerlere yaymış, müşteri bekliyorlar. Yün ürünler revaçta.

En çok dikkat çekenler, Kartallarıyla atlarının üzerinde gururla gezen Kazak'lar. Dünyanın dört bir yanından insanlar var. Kameralar, dronlar, teleobjektifli fotoğraf makinaları, her şey hazır. Sıcaklık sıfırın hayli altında. Termoslarımıza doldurduğumuz sıcak suyla kahvelerimizi içiyoruz Bizim gibi Türkiye'den oraya çay götürenler de var bizim grupta.

Öğlene kadar konser kıvamında şarkılar, danslar sergileniyor.

Ve öğleden sonra beklenen yarışma başlıyor; Kartalının ve kendisinin kaydını resmen yaptıranlar, atlarıyla bir yerde bekliyorlar.




                                                             
Adı okunan yarışmacı alanın ortasına geliyor atıyla. Sonra Kartalının gözünü kapatıp, yine atıyla gelen yardımcısına veriyor. Yardımcı kartalı alıp, 2000 metre kadar uzakta ve yaklaşık 300 metre yüksekteki kayalık yere çıkıyor. Orada atından iniyor ve Kartalla bekliyor. Hakemler "bırak" talimatını verdiği anda gözünü açıp, Kartalı serbest bırakıyor. Aynı anda kronometre çalıştırılır. Aşağıdaki alanda atının üzerinde bekleyen sahibi, Kartalının tanıdığı çığlıklar atarak onu çağırıyor. Bu arada atıyla alanda koşup, sağ kolunu uzatıyor. Kartalı sahibinin çağrısını duyup, müthiş bir hızla geliyor ve koluna iniyor. En kısa sürede gelen Kartal birinci oluyor. Bu yarışmanın birinci etabı. Bu etapta birinci olan Kartal, sahibine 14 saniyede ulaştı.

Bazı kartallar ise çekip gidiyor, dolaşıyor. Bazen çok uzak bir yere konuyor. Hatta köpeğini yanında getiren izleyicilerden birinin köpeğine saldıranlar da oldu. Kırmızı renkli kıyafeti olan küçük çocuğa saldıran da oldu.

İkinci etap ertesi gün yapıldı. Önceden avlanmış ölü bir tavşanı uzunca bir ipe bağlı olarak yerde hızla sürükleyen yarışmacı, atının üzerinde. Yukarıdan serbest bırakılan Kartalını ava davet ediyor. Bir gündür aç olan Kartal, ava öyle bir hızla ve hedefini asla şaşırmadan öyle bir dalıyor ki, gerçekten görülmeye değer. Heyecanlanmamak elde değil.

Müthiş bir görsel ve doğal şölen.




Daha sonra ise Kukbar dedikleri, keçi derisini iki at üzerinde adamın çekiştirmesi yarışı vardı, atlarına ve kendi bedenlerine ne kadar hakim oldukları, bu yarışmada belli oluyor, atlar sanki kendi bedenlerinin bir parçası.

Tenge dedikleri hızla atla giderken yerden madeni para alma ve Kız-Kuar dedikleri kadın atlının erkek atlıları elinde kırbaçla kovalaması oyunlarını maalesef havanın çok soğumasından dolayı izleyemedik.

Gezi liderimiz, O gün akşam yemeği bir sürpriz yaptı gruba; Pamukkale Restoranda çok güzel Türk yemekleri yedik.

Denizli'den Abdullah bey ve kazak eşinin restoranında yemekler çok başarılıydı. Sohbetler, ikramlar çok güzeldi. Restoran da doluydu. Sonraki günlerde yaptığı otel, modern çadır, bungalov, ortak alanlar ve çok büyük kongre çadırında oluşan turizm yatırımını da gördük ve gurur duyduk.



Ulgii'de, festivalde Türkçe bilen konuştuğumuz bir çok insan oldu. Bunlardan biri de Türkçe öğreten bir özel okulun Müdür Yardımcısıydı. Bunu duyunca gerçekten çok şaşırdık ve tabii ki önce şüphelendik. Ama öğrendik ki bu okulun şüphelerimizle bir ilgisi yokmuş.

Kazak müdür yardımcısının davetiyle gittiğimiz okuldaki gençlerin karşılama töreni, çok duygulandırdı bizi. Tamam ne var, hepimiz ağladık.:=) Okulun şeref panosundaki iki fotoğraftan biri Cengiz han, öbürü Mustafa Kemal Atatürk idi.


                                                                           


Cengiz han fotoğrafının altında Moğolistan Bayrağı, Atatürk fotoğrafının altında Türk Bayrağı. Duvarlarda Atatürk' ün sözleri. Çocukların ellerinde Türkçe yazılmış yazılar, bayraklar...

En büyük hayalleri, Türkiye'de bir üniversiteyi kazanmak. Gayet güzel Türkçe konuşuyorlar. İstekleri olan Türkçe kitapları tabii ki göndereceğiz. Hatta üniversite okumak hakkını kazanıp gelenlere de ciddi destekler vereceğiz olanaklarımız ölçüsünde.

Okulda Türk öğretmen yok. Ama hemen tüm öğretmenler eksik gedik de olsa Türkçe konuşuyor.

Beni şaşırtan ise, dönüş için gittiğimiz Ulgii hava alanındaki kontuar görevlisi kadınla, bagaj alıcının aralarında Türkçe konuşmaları oldu. Nerede öğrendiniz Türkçeyi diye sorduğum soruya aldığım cevap ; Annemden,olunca özür dileyip konuyu kapattım.

Dönüşte gene Flower Hotel de yıkanıp rahatladık. THY nın 4,5 saatlik rötarlı kalkışı bile bizi hiç etkilemedi.

Gruptaki hanımefendilerin Kaşmir alışverişleri de izlenmeye değerdi doğrusu.


Bu olağanüstü geziyi bize sağladıkları için Ebru ve Temel Tacal'a ve grubumuzdaki herkese teşekkür ederiz.








Bu arada bendeki bu kareleri paylaşmadan edemeyeceğim :)