18 Temmuz 2017 İstanbul – Stockholm
Evet nerde kalmıştık,
arada Slovakya – Çek Cumhuriyeti
– Avusturya ve Macaristan’dan oluşan orta Avrupa gezisi ile Çin gezimizi
atlamışız, ama belki ilerde zaman bulup onları da yazarız. Şimdi gelelim İsveç –
Norveç turumuza .
Havaalanlarında vakit geçirmeyi, alış veriş etmeyi
sevdiğimiz için 14:30 kalkışlı uçağımız için biraz erken de olsa 09:00 civarı
evden çıktık, iyi ki de çıkmışız nerdeyse uçağı kaçırıyorduk. Istanbul’un ilk
tufanına rastladık, Avrasya Tüneli’ni biz geçtikten sonra, tünel kapandı, alt
geçitlerde sular altında kalıyorduk, neyse şansımız varmış uçağa yetiştik.
Rahat bir uçuş ve 17:30 lokal saatle Stockholm’e indik. İner
inmez hava alanından birer Stockholm Pass (tüm şehir turları ve müzelerde
geçerli), ve toplu taşımacılıkta bir hafta geçerli Access kart aldık.
Kesinlikle tavsiye ediyorum, çünkü Stockholm her açıdan oldukça pahalı bir
şehir ve biz 3 gün kalmamıza rağmen hem toplu taşıma, hem de ziyaret ettiğim
yerlerin giriş fiyatları, karta ödediğimiz fiyatın kat kat üzerinde.
Toplu taşıma ile Air B&B’den kiraladığımız eve ulaşmaya
çalıştık elimizde bavullarla, hiç kolay olmadı, metroda raylar tamir edildiği
için şehir sakinleri bile tam bilemiyor nerden ne aktarma yapılması gerektiğini
Saat 19:30 gibi evimize ulaştık, ev sahibemiz hayli
beklediği için oldukça sabırsız, ama şahane bir kadın. Bombardier’de çalışan
bir elektronik mühendisi, Türkiye’de Adana, Ankara, İzmir ve Istanbul’daki
raylı sistemlerin güvenlik yazılımlarının kontrolünü yapiyor. Bilmediğimiz Türk
baharat karışımlarından Yeni Rakı’ya kadar var evde. Bir yandaki bloğun altında
da yiyecek alışveriş mağazası var daha ne isteriz. Alış verişimizi yapıp
birşeyler atıştırıp uyuduk tabii.
19 Temmuz - Stockholm
Evin konumu şehir merkezi ‘’Gamla Stan’’ – Old Town’a yürüme
mesafesinde. Ev sahibemizin tavsiyesi üzerine evin hemen arkasındaki tepeye
tırmanınca da çok güzel panoramik bir görüntü var
Her ilk gittiğimiz şehirde yaptığımız gibi ilk günümüzü Stockholm
pass kartımızı kullanarak ‘Under the
Bridges of Stockholm’ bot turu ve Hop on
Hop off tüm şehir turu yaptık. 14 adadan ve 50 civarı köprüden oluşan bir
şehirde tekne turu güzel oluyor tabii ki, bu arada şehrin bir tarafı göl bir
tarafı deniz. Buzul çağında buralar tamamen buzla kaplı imiş, nefes alamayan
bir canlı gibi düşünün diye anlattılar,
buzul çağı geçtiğinde adeta deriiin bir nefes almış ve sudan granit
kayalar çıkmaya başlamış. Şehrin her yerinde görünüyor granitler, bu nefes
alış önümüzdeki 10.000 yıl da devam edecekmiş, ve sonunda, buzul çağı ile sona
erdiği zaman arasında kara 400 metre yükselmiş olacakmış. Şu an bile sanırım 90
– 100 metre yükselmiş durumda. Bunun haricinde tabii ki nasıl da Viking
oldukları, Amerika’yı esasında Viking’lerin bulduğunu (sanırım bu Obama tarafından
Viking Day olarak onaylanmış), Stockholm Sendromu’nun hikayesini dinleye
dinleye gezdik tüm gün.
20 Temmuz - Stockholm
Öğleden sonra ise tekne ile Kraliyet ailesinin yaşadığı
‘Drottningholm Palace’a gidiyoruz. Dünya
Mirasları içinde olan bu saray gerçekten görülmeye değer. Lovön adası üzerinde
ve gezmekle bitmeye bir bahçeye sahip. Bahçenin içinde bir tiyatro ve ‘Chinese
Pavillion’ var.
Hem burada hem de sarayın içinde gezerken Çinde
yapılmış görünümlü bir çok eşyanın
esasında Fransa veya İtalya’da yapılıp, krala hediye edildiğini öğrendik. Uzak Doğu’ya
duyulan hayranlık ve ulaşılamamazlıktan, bu çakma çin mallarının üzerinde komik
hatalar oluşmuş. Örneğin Çin’de yetişmeyen, Akdeniz ağaçları var bir çini
sobanın desenlerinde. Sarayı koruyan askerlerin içinde kadın asker de var ve
çok şık duruyor gerçekten.
Kraliyet ailesi sarayın güney bölümünde yaşıyor, kuzey
bölümünü de para karşılığı gezebiliyorsunuz. Sarayda çok güzel portreler,
resimler ve goblenler var. Hiç bu kadar
büyük boyutta goblen görmemiştim hayatımda.
Duvarları süsleyen yağlı boya resimlerde, o dönemin tüm
kralları, İsveç’i kuran ve sonradan bir
cinayete kurban giden 3.Gustav’dan, kendini yemek yiyerek çatlatarak öldüren
Kral Adolf Frederick hatta, bizim Sultan Abdülhamit bile var.
Yine tekne ile merkeze dönüyoruz ve günün son ziyaretini Nobel
Müze’sine yapıyoruz. Türk olduğumuz anlar anlamaz, Orhan Pamuk’u tanıyıp
tanımadığımızı soruyorlar. 2 gün önce orda imiş. Bizi esas gururlandıran Aziz
Sancar’ın adını orada görmek oldu.
21 Temmuz Stockholm
Stockholm’de son günümüz, erkenden çıktık, ilk durak ‘Gröna
Lund Tivoli’ . (Stockholm Pass ile ücretsiz girdik) Hayatımda gördüğüm en büyük
ve en zengin lunapark. Gençlerin çığlık çığlığa 80 metreden serbest düşme
yaptıkları aletlerden, seyrederken bile dehşete düşüren roller coaster’lar. Kendine güvenen denesin. Burada dünyaca ünlü
sanatçılar konserler de veriyormuş.
Oradan çıkıp, yürüme mesafesinde olan, ‘Skansen’, dünyanın
ilk açık hava müzesine gidiyoruz. 300.000 metrekarelik bir alan (şehrin içi
inanır mısınız?) ve İsveç her bölgesinden getirilmiş orijinal evler, okullar,
çiftlikler burada sizi tarihin derinliklerine götürüyor. 1800’lerdeki bir okula girip ders
dinleyebiliyorsunuz mesela. Ya da bir evin içine girip, o tarihteki kostümlü ev
sahipleri ile, tuvaletsiz nasıl yaşadıklarını, nasıl ısındıklarını ve neler
yediklerini konuşuyorsunuz.
Aynı alanın içinde bir de hayvanat bahçesi var, tüm
hayvanların yanında tabii ki en ilginçleri Nordic Hayvanlar, ayı, kurt, vaşak,
koca boynuzlu geyik.
Yürümekten yorulduk ve çıktığımız kapının az ilersinde çok
şık bir restoran gördük, yeme içme pahalı, burası eni konu pahalıdır dedik ama
Stockholm’de son gün hovardalığı daldık içeri. Tabii ki şık İsveçlilerin
oturduğu yere değil, turistleri topladıkları arkalarda bir yere oturtulduk.
Nefis bir deniz ürünleri yemeği ve beyaz şarapla kendimizi şımarttık. Ne yazık
ki restoranın adını hatırlayamıyorum. İşte size Viking :)
Yine şehrin içinde müzeler bölgesindeyiz, ilk olarak Viking
Müzesine girdik, biraz zorlama bir müze ama enteresan bilgiler ediniyorsun,
Vikingler dizisinden çok isim, ve şahıslarla karşılaştık.
Daha sonra da Kral 3.Gustav’ın yaptırdığı ama büyük olması
için fizik kurallarının hiçe sayıldığı
‘VASA’ gemisinin müzesine girdik. Gemi tüm düşmanları korkutmak amaçlı,
zamanının en büyük gemisi olarak inşa edilmiş.
Geminin bitimine yakın, inşa edenlerden bazıları hatalarını görmüşler
ama sıkıysa krala bu gemi yüzmez de. Korkudan kimse bir şey diyemeyince, gemi
suya indikten 16 dakika sonra hafif bir rüzgar esişi ile yan yatmış ve sulara
gömülmüş 1628 yılında.
Tekrar çıkarılışı ise 1961 ve gemiye uygun bina inşa edilip müze haline getirilmiş. Geminin restorasyonu da yaklaşık 50 yıl sürmüş, aslına uygun halde ziyarete açık ve inanın nasıl para kazandırıyor İsveç’e. Bodrum’daki ‘’Su Altı Müzesi’’ni niye böyle satamıyoruz diye insanın içi burkuluyor.
22 Temmuz – Oslo
10:35 treni ile Oslo’ya hareket ediyoruz. 16:10’da
varıyoruz. Yolda manzaralar şahane tabii ki.
Oslo şehri bizi şaşırtıyor, şehir Stockholm’den küçük,
kozmopolit, refah seviyesi sanki daha
düşük ve Istanbul gibi Oslo’da yükseliyor. Sanırım Hamburg örnek alınarak deniz
kenarına, yeni Belediye binası, Kütüphane, Opera binası, Kültür Merkezi, ve
rezidanslar yapılıyor. Her birinin mimarı farklı ve çok iddialı mimariler.
Sanki Oslo’ya 2020 civarı gelmek daha akıllıca
Stockholm’den sonra Oslo çok daha pis ve bakımsız geliyor
bize, bunu da mültecilere yoruyoruz. Nüfus o kadar karışık ki, tahminimiz %40
mülteci var.
23 Temmuz – Voss
Bugün sadece toplu taşımaların kullanıldığı ama, baştan sona
sıralandığında bir tur haline gelen, Oslo – Bergen arası fiyordlar turumuza
başlıyoruz. (Hardangerfjord in a
Nutshell)
Sabah erkenden, Voss’ta
inmek üzere Bergen trenine biniyoruz.
Tren hızlı filan değil, normal hızda, yollarda görüntüler şahane. Dağlar, akan şelaleler, geçtiğimiz minik köyler, çok da şanslıyız hava açık.
Voss’ta turun tavsiye ettiği, kasabanın en pahalı oteline gidiyoruz. Otel 1864 yılında Fredirk ve Magdelene Fleischer tarafından açılmış, Voss’a Bergen’den tren yolu ise 1883 yılında açılmış. Yani kasabaya otel değil, otele kasaba yapılmış gibi bir şey olmuş. Seneler içinde yangınlar görmüş, tekrar yapılmış, krallar, kaiserler, imparatorlar görmüş. Dekorasyon genelde klasik ve anıların içinde Belçika Kralı Leopold’un elmas işlemeli altın kravat iğnesi ve Alman İmparatoru 2. Wilhelm’in özel tuvaleti de var.
Herkesle aynı parayı ödememize rağmen, şansımıza gölü çok az
gören bir odaya denk geldik, koca otelde bu odalardan 2 tane var
Voss minicik bir yer olmasına rağmen, kültür merkezi, çok
büyük bir kütüphanesi, konser salonu ve konferans salonu var. Tam bizim
kasabalarımız gibi :)
Akşam yemeği açık büfe, şahane somon, ringa balıkları salata
ve peynir çeşitleri ve idare eder bir şarap.
24 Temmuz – Fiyordlar – Bergen
Sabah kasabamızın otobüs terminalinden Ulvik’e giden
otobüsümüze bindik, yolda yine inanılmaz güzel manzaralar içinden gidiyoruz, Ulvik’te
bizi bir tekne bekliyor.
Tekne ile fiyordlarda gezmek şahane, Eidfjord’da inip bir otobüse biniyoruz, ve bizi bir mill parka götürüyor otobüs. Milli parkta Voringsfossen şelalesini görüp dehşete düşüyoruz. Benim gördüğüm en yüksek şelale 182 metreden düşüyor. Niagara şelalesi geliyor aklıma, üçte biri nerdeyse. Bu şelalenin altında, yani yerin altında şelaleden alınan güç ile hidroelektrik santrali kurulmuş. Su yerin altında o şiddetle akıyor ve düştüğü yerden 700 metre ilerde santralin pervanelerine vurarak göle dökülüyor.
Tekrar tekne ile bu sefer Nordheimsund’a gidip, oradan Bergen
otobüsümüze biniyoruz. Bergen’e varışımız 19:00 civarı, tüm bu turları
bagajlarla yaptığımızı hatırlarsak, hayli yorgunuz ve daha araba kiralayacağız.
Avis ofisini bulmak için elimizde bagajlarla birlikte otobüs
ve tren terminali etrafından fır döndük, ofise hayli sonra ulaştıktan sonra sizi çok aradık deyince adamın ‘’evet
biraz sapa bir yerdeyiz’’ demesi tuz biber oldu. Hadi bu yine iyiymiş,
AirB&B evimiz şehir merkezinin karşısındaki bir adada, yaklaşık 21 km
ilerde, google’a göre, ama ev o kadar saklı bir çıkmazın sonundaymış ki, ararken
(hava kararıyor bu arada) ikimizde bulamazsak nerde otelde kalabiliriz diye
düşünmüşüz birbirimize söylemeden Bu arada navigasyonun bozulması, ve ev sahibinin telefonunun açılmaması da
çabası.
Hala anlayamadığımız bir şekilde evi bulduk, anahtarı
söylendiği yerden aldık ve 22:00’de uyumuşuz.
25/26 Temmuz – Bergen
Bir önceki günün yorgunluk ve stresi ile 09.30’a kadar
deliksiz bir uyku sonrası, evimizi keşfe başladık. 1907 yılında yapılmış bir
konak, 2002-2003 yıllarında restore edilmiş. Her penceresinden başka bir
manzara var, çok büyük bir bahçesi, 2 adet büyük balkonu var. 3 katlı 10
kişinin rahat kalacağı bir ev.
Bergen’e iniyoruz, Oslo’dan çok farklı, inşaat sektörünün
girmediği, ve turistik olduğu için ‘’old town’’un çok iyi korunduğu bir şehir. Gulf
Stream akıntısı yüzünden bölgenin en sıcak kenti ve Norveç’e bir dönem
başkentlik yapmış. Şehir yemyeşil ve şansımıza günlerdir yağmur varmış ama
kaldığımız 2 gün hava hep açıktı.
Bergen 1070 yılında kurulmuş, ve uzun bir süre Norveç, hatta
İskandinav yarımadasının en büyük kenti imiş, tabii ki deniz ticaretinden
dolayı. 2. Dünya savaşında en az zarar gören şehirlerden biri, ekonomisi
balıkçılık, turizm, petrol ve doğal gaza dayalı, bir de önemli bir üniversite
şehri.
Hop on Hop off ararken karşımıza Ulriken643 otobüs ve bilet
terminali çıkıyor. Şehrin en yüksek tepesine teleferikle çıkış. Otobüs
teleferiğin kalkış yerine götürüyor ve bir hayli bekliyoruz, sıramızın
gelmesini. 7 dakika içinde tepedeyiz, nefes kesen bir manzara. Genelde sisli
olurmuş, ama yine şansımıza yarım saatten sonra iniyor sis.
Oradan inip, old town Balık Pazarına dalıyoruz. Fish Me
restoranda hayatımın en güzel somon ve karideslerini yiyorum, şahane bir beyaz
şarap eşliğinde. Bizim Türkiye’de yediğimiz somonların ne olduğunu soruyor insan
bu yediğimiz somonsa ??
Ertesi gün (son günümüz) yorgunuz artık, şehre inip, biraz
alışveriş yapıyoruz ama Norveç çok çok pahalı, hem yeme içme, hem kıyafet, hem
de araba kiralama vs.
Unesco Dünya Mirası Listesinde olan Bryggen bölgesini
geziyoruz, 12 yüzyıldan kalma karakteristik evler var. Şimdi tabii hepsi kafe
veya turistik eşya satan dükkanlara dönüşmüş.
Akşamüstü, Balık Pazarında ‘’Fish Me’’ restorana oturup yine
somon ama bu sefer midye eşliğinde yedik. Tabii ki aynı beyaz şarapla.
27 Temmuz – Eve Dönüş
İnanmayacaksınız ama yağmursuz geçen 8 günden sonra, bugün
yağmur var ama biz havaalanına arabamızla gidip teslim ediyor ve Türkiye’ye, o çok sıcaklara doğru geliyoruz. Bir de ne görelim, Istanbul'un ikinci tufanı da o gün. Neyse ki tufan geçtikten sonra iniyor uçağımız ama şehirde olanları görünce gözlerine inanamıyor insan.