3 Şubat 2013 Pazar

İRLANDA


İrlanda ;  yine aykırı bir zamanlama, yine Kolej 77 grubu.

Bu grupla gittiğimiz her yere, ‘’bu tarihte veya bu havada oraya mı gidilir’’ sorusuna maruz kalmadan edemiyoruz artık. Olsun amaç birlikte olmak ve yeni yerler görmek. Dedikleri gibi de donuyoruz gezi boyunca ama olsun...

23 Ocak 2013 Çarşamba ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelen arkadaşlar Atatürk Havaalanında sabahın 6’sında buluşuyoruz.

Rahat bir uçuştan sonra Dublin’de bizi Kolej’den arkadaşımız Ayşen ve eşi Francis karşılıyor. Otobüsümüz ve rehber/şöförümüz Joe’da bizlerle tanışıyor ve düşüyoruz yollara.
 

İlk hedefimiz Rock of Cashel, Kildare eyaletinden geçip, Tipperary eyaletlerinde  bulunan Cashel Palas Hotel’de öğlen yemeği yiyoruz.

*Menü : Sebze çorbası / Atlantik Salmon / Apple Pie  Aman bu menüyü unutmayın her seferinde yazmak istemem zira.

Gezdiğimiz yerleri anlatmaya başlamadan önce sizlere çok kısa bir İrlanda tarihinden bahsedeyim, toparlayabilmek için otobüste herkes viskilerken ben Joe’yu can kulağı ile dinlemek zorunda kaldım.

 

M.Ö. 8 y.y.dan önce sanki bu topraklarda hiç birşey yokmuş gibi, bu tarihlerde KELT’lerin gelişi ile başlıyor. Keltler şimdiki  Avusturya, Güney Doğu Almanya ve İsviçre’nin olduğu bölgelerden kalkıp oldukça geniş bir alana yayılmışlar. Oraya nerden geldikleri ise tabii ki bizim engin tarih bilgimizle hemen Orta Asya diye konuşuldu ama bilemiyorum JHikayeye göre tarihin belki de rüşvet olayı Keltler ve Roma’lılar arasında olmuş. Kelt’ler o kadar savaşçı ve sert bir ırkmış ki, Roma’lılar onların Güneye değilde Kuzeye yürümeleri için gerekli tüm bağış, yönlendirme, açıktan ödeme ve araç gereç sağlama konusunda Keltleri ikna etmişlerJ

İrlanda’lılar Keltleri kendi ataları olarak görüyorlar. Daha sonra  karışım olmasına rağmen.

M.S. 432 yılında St.Patrick’in İrlanda’ya gelmesi ile Hıristiyanlık da ülkeye girmiş. Keltlerin pagan sembollerini kiliselerde görmek mümkün.

Avrupa’nın karanlık çağı M.S. 3-4 y.yıllarda İrlanda’ya kaçan ‘’aydınlar’’,  yanlarında dinsel ve sekuler kitaplarla birlikte, öğretilerini de getirmişler. Bu dönem İrlanda tarihinin kültürel olarak en zengin dönemi olduğu söyleniyor.

800 yılları civarı Vikingler ve 1167 yılı itibarı ile Normanların istilasına uğramışlar.

Norman köklü İngiltere, İrlanda’yı o tarihlerden beri  hiç rahat bırakmamış. Yaklaşık 20 yıl süre içinde, İngiliz Kralı 2. Henry’nin ölümü ile (1189), oğlu 1. John hem İngiltere hem de İrlanda Kralı ilan edilmiş.

8.Henry’nin eşlerinden boşanamama sorunu onu Protestanlığı kabul etmeye itmiş ve İrlanda’da bugüne kadar gelen mezhep savaşlarının başlangıcı olmuş.

1650 yılında İrlanda’daki katolik ayaklanmayı bastırmak üzere İngiltere’den Oliver Cromwell adında bir general gönderilmiş, yaklaşık nufüsün 1/3 katletmiş olan bu adamı nasıl anıyorlar tahmin edebilirsiniz.

1845’te ise, İrlanda’nın temel gıda maddesi olan patatese bulaşan birm hastalık sonucu ‘’Büyük Kıtlık’’ oluşmuş. Ölümler ve göçler sonucu 8 milyon olan nufüs 4,5 milyona düşmüş.

Hemen hemen şimdiki nüfus, İrlanda Cumhuriyeti 4,5 Kuzey İrlanda ise 1,5 milyon.

Tarihi kıtlık ve ayaklanmalar geçen İrlanda 1921 yılında İrlanda Bağımsız Devleti, 1949 yılında da İrlanda Cumhuriyeti ilan etmiş.

Sıkıldınız mı ??

Ama bundan sonra anlatacaklarım hem daha neşeli hem de artık araya tarih sıkıştırırken yukardakilere refere edeceğim, bir daha okumanıza gerek kalmayacak J

*Menüyü yedikten sonra geç kalıyoruz telaşı ile Rock of Cashel’e gidiyoruz.
 

 

 
                                                     
                                               
Bu Rock, şeytanın 20 km ilerdeki bir dağı ısırıp dişinin kırılması ve düşmesi ile oluşmuş !?!  Başka bir söylenti de bizim St.Patrick şeytanı mağarasından kovunca bu koca taşta buraya konuvermiş !?!

Bu taş buraya nasıl geldiyse geldi ama, Keltler, Vikingler ve Normanlara ev sahipliği yaptığı kesin. Burada bizi en çok ilgilendiren Cormac’s Chapel oldu, çünkü arkadaşımız Ayşen’in oğlunun adı da Cormac.

Çok uzun bir gün hepimiz için, artık otele gidip en azından yaklaşık 18 saattir ayağımızda olan ayakkabıları çıkarmak istiyoruz.

Killarney Heights Hotel, bizim kolejde ‘’Practice and Progress’’ kitabımızda resimlerini gördüğümüz küçücük bir kasabada.  Otobüsle geçerken bu şirin yeri gezelim desek de, yorgunluktan *Menü’yü yiyip yatıyoruz.

 

2. gün

Kahvaltıdan sonra otobüsümüze binip Killarney’de bulunan Muckross House and Gardens ziyaretine gidiyoruz.

Bizi çok güleryüzlü bir rehber evi dolaştırıyor.

Dolaşırken, ihtişamını Dolmabahçe Sarayı ile karşılaştırdığımız ev/şato 1843 yılında parlementer (anglo-irish) Henry Herbert ve ressam karısı Mary Balfour tarafından yaptırılmış.

Karısı gerçekten çok iyi bir suluboya ressammış, tüm duvarlarda resimleri sergileniyor. Gezmeye açık yatak odası, çocuk odaları, erkeklerin oyun (bilardo ve sigara içme) odaları, mutfak gibi bölümlerini gördük. Bana en çarpıcı gelen 65 odası olması, tabii ki ev sahipleri ve hizmetlilerin ayrı bölüm ve kapıları kullanması ve hizmetlilerin bölümündeki çağırma zilleri (65 ayrı oda ve her hizmetli tipine göre ayrı ton zil yani mutfak başka, bahçıvan başka, çocuk bakıcıları başka)

İngiliz Karliçesi Viktoria’nın bölgeyi ziyaret edip o evde kalacağı 6 sene önceden bildirilmiş, ve ev 6 sene boyunca kraliçenin gelişi için hazırlanmış. O geniş bahçesinde – park ta diyebiliriz- yürüyeceği yerlere taşların döşenmesine kadar. Kraliçe gelmiş ve 1 gece kalmış, hazırlıklar için yapılan masraftan dolayı finansal sıkıntıya giren Herbert’ler evi Arthur Guiness’e satmak zorunda kalmışlar.

Buradan ayrılıp Ring of Kerry adı verilen, yaklaşık 180 km.lik dairesel bir Iveragh yarımadası turuna başlıyoruz. Yollar dar ve virajlı, ama görüntüler olağanüstü, hem tarih, hem de doğal güzellikler bir arada.

Bizim yaşımızdakiler bilir ‘’Ryan’s Daughter’’ filminin çekildiği kasabadan geçiyoruz. Rehberimiz bize Sarah Miles’in kaldığı oteli, Robert Mitchum’un buradaki bir pubda kavga edip nasıl ağzının burnunun dağıtıldığını anlatıyor. Enteresan tabii.

Charlie Chaplin’in çocukları ile gelip kaldığı otelin yanında bir pub’da *menümüzü yiyoruz.

Başladığımız kasabaya döndükten sonra akşam kalacağımız Limerich’e doğru yola çıkıyoruz. Otelimize vardığımızda bir önceki gece ne kadar özellikli bir kasaba ve otelde kaldığımız iyice anlıyoruz.

 3. gün

 Kahvaltıdan sonra yine toplan ve otobüse bin, artık 2 gün üstüste kalabileceğimiz bir otel hayali/isteği  iyice artıyor herbirimizde.

Geliyoruz Bunratty Castle’a , Viking döneminde bir yerleşim bölgesi iken, anladığım kadarı ile ingilizler ve İrlandalılar arasında sürekli senin benim kavgası yapılmış, sıra ile saldırılıp el değiştirmiş bir şato/kale. Zindanları enteresan.

Yola çıkıp hava iyice kapamadan ve puslanmadan ‘’Cliffs of Moher’’e gidiyoruz.

İrlanda’da 2 kez çarpıldım gördüğüm manzara karşısında ilki burası.

Atlantik kıyısında yaklaşık 120 metre yüksekliğinde sarp kayalar, uçurum mu desek bilemedim. Görüntü olağanüstü ve bir turizm çekim alanı, yaklaşık 1 milyon ziyaretçisi olurmuş her sene.

Oradan ayrılıp gerçekten çok geleneksel olduğu heryerinden belli olan bir Irısh Pub’da öğlen yemeğimizi yiyip, Dublin’e doğru yola çıktık.

Dubline vardığımızda hepimiz oldukça yorgunduk, o gece için programlanmış olan Johnnie Fox’s daki İrlanda gecesi biraz gümbürtüye gitti. Gösteri başlamadan kalkmak zorunda kaldık, ama burada *menü haricinde yemeklerin de olduğunu gördük J

 

4. gün

Dublin’deki ilk günümüz sayılır. Genç bir rehberle başlıyoruz şehir turuna. Yeni rehberimiz de, hepimiz gibi, asabi şoförümüz Joe’dan nasibini alıyor, dakika bir gol bir.

Ama artık kimse aldırmıyor, biz buraya gezmeye geldik diyeJ

İlk durak Trinity College, 1592’de Queen Elizabeth tarafından Protestan gençlerin eğitimi için kurulmuş. İlk başlarda katoliklerin girmesi yasakmış. İrlanda’nın en eski ve en büyük üniversitesi, ne kadar gurur duysalar  hakları. Şu an16.000 öğrenci ve 1.500  çalışanı varmış.

Beni İrlanda’da ikinci çarpan görüntü ise üniversitenin kütüphanesi. Kapıdan girince nefesim kesildi, rüya mı gerçek mi bir müddet anlayamıyor insan. Bir değil birkaç ömür geçer bu çatı altında.

Kütüphane’den özel bir bölüme geçiyoruz ve İrlanda’nın hazinelerinden biri olan ‘’Book of Kells’’ i görüyoruz.  800 başlarında Celtic Ruhbanlar tarafından yazılmış,

Latince İncil, Batı kaligrafisinin şahaseri olarak adlandırılıyor ve hem hıristiyan hem de pagan sembolleri içeriyor.

Buradan Saint Patrick’s Cathedral’e gidiyoruz, hani yazını başında bahsettiğim St.Patrick.  Burada, rehberimiz St.Patrick’e ithaf edilmiş bu görkenli  katedralin tarihini anlattı ama benim en çok ilgimi,  içinde mezarı olan  Jonathan Swift’in hikayesi çekti. Sıkı bir muhalif olan Jonathan agbimizimde meğerse menier sendromu varmış. Yazdığı o fantastik kitaplar yaratıcılığından çok gördüğü halisünasyonların sonucu imiş, zaten çıldırarak öldüğü söyleniyor.

 
Bir de katedralin arka kısmında bulunan BOYLE  ailesi anıtı. Rehbere Boyle’ler ingiliz değil miydi sorumun cevabı hayır İrlanda’lı oldu ama araştırmalarımın sonunda Boylegillerin tipik İngiliz sömürgecisi olduğunu öğrendim. 14. Çocuk,en küçük Boyle ise bildiğimiz gazların basınç hacim ilişkisini bulup ‘’BOYLE KANUNU’’ sahibi olan Robert Boyle.




 

Buradan Guinness Storehouse’a gidiyoruz. 1988 yılında bira üretimi yanında turizme de açılan Guinness’in 7 katlı bira bardağı şekilli yeri.

Girişte 1759 yılında imzalanmış 9000 yıllık kira sözleşmesi karşılıyor sizi, kurucu Arthur Guinness’in ne kadar uyanık olduğunu hemen anlıyorsunuz. Katlar boyunca da bira yapımı ve Guinness’in tarihi anlatılıyor. En son 7. Kata çıktığınızda ise tüm Dublin ayaklar altında, pint of Guinness’inizi içiyorsunuz. Giriş ücreti (grup olduğumuz için) Euro 15.-  Hiç bu kadar pahalı bira içmemiştim hayatımda.

Çok enteresan bir bina ilgilenen için


Rehberimizi hem Guinness ailesinin hem de U2 grubunun İrlanda ve Dublin’e yaptıkları katkıları anlatıyor bu arada, her ne kadar U2 artık vergilerini İrlanda’da ödemiyor olsa da...

Artık tüm hanımların beklediği serbest alış-veriş zamanı geliyor, heyooo..

Ayşen ve Francis'in evini grup olarak istila edercesine ziyaret ettikten çayımızı, atıştırmalıklarımızı yiyip, herbirimize ayrı ayrı hazırladığı hediyelerimizi de aldıktan sonra otelimize dönüyoruz. Kimimiz yorgun otelde kalıyor, kimimiz son gece hadi çıkalım diyor. Biz çıkanlardanız tabii... Şahane bir İrish night yaşıyoruz, yemekleri, şarkıları ve set dansı ile.
 

Bu gezinin de sonuna geliyoruz ve ertesi gün ülkemize uçuyovuuuuuz..