İrlanda ; yine
aykırı bir zamanlama, yine Kolej 77 grubu.
Bu grupla gittiğimiz her yere, ‘’bu tarihte veya bu
havada oraya mı gidilir’’ sorusuna maruz kalmadan edemiyoruz artık. Olsun amaç
birlikte olmak ve yeni yerler görmek. Dedikleri gibi de donuyoruz gezi boyunca
ama olsun...
23 Ocak 2013 Çarşamba ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinden
gelen arkadaşlar Atatürk Havaalanında sabahın 6’sında buluşuyoruz.
Rahat bir uçuştan sonra Dublin’de bizi Kolej’den
arkadaşımız Ayşen ve eşi Francis karşılıyor. Otobüsümüz ve rehber/şöförümüz
Joe’da bizlerle tanışıyor ve düşüyoruz yollara.
İlk hedefimiz Rock of Cashel, Kildare eyaletinden geçip,
Tipperary eyaletlerinde bulunan Cashel
Palas Hotel’de öğlen yemeği yiyoruz.
*Menü : Sebze çorbası / Atlantik Salmon / Apple Pie Aman bu menüyü unutmayın her seferinde yazmak
istemem zira.
Gezdiğimiz yerleri anlatmaya başlamadan önce sizlere çok
kısa bir İrlanda tarihinden bahsedeyim, toparlayabilmek için otobüste herkes
viskilerken ben Joe’yu can kulağı ile dinlemek zorunda kaldım.
M.Ö. 8 y.y.dan önce sanki bu topraklarda hiç birşey yokmuş
gibi, bu tarihlerde KELT’lerin gelişi ile başlıyor. Keltler şimdiki Avusturya, Güney Doğu Almanya ve İsviçre’nin
olduğu bölgelerden kalkıp oldukça geniş bir alana yayılmışlar. Oraya nerden
geldikleri ise tabii ki bizim engin tarih bilgimizle hemen Orta Asya diye
konuşuldu ama bilemiyorum JHikayeye
göre tarihin belki de rüşvet olayı Keltler ve Roma’lılar arasında olmuş.
Kelt’ler o kadar savaşçı ve sert bir ırkmış ki, Roma’lılar onların Güneye
değilde Kuzeye yürümeleri için gerekli tüm bağış, yönlendirme, açıktan ödeme ve
araç gereç sağlama konusunda Keltleri ikna etmişlerJ
İrlanda’lılar Keltleri kendi ataları olarak görüyorlar.
Daha sonra karışım olmasına rağmen.
M.S. 432 yılında St.Patrick’in İrlanda’ya gelmesi ile
Hıristiyanlık da ülkeye girmiş. Keltlerin pagan sembollerini kiliselerde görmek
mümkün.
Avrupa’nın karanlık çağı M.S. 3-4 y.yıllarda İrlanda’ya
kaçan ‘’aydınlar’’, yanlarında dinsel ve
sekuler kitaplarla birlikte, öğretilerini de getirmişler. Bu dönem İrlanda
tarihinin kültürel olarak en zengin dönemi olduğu söyleniyor.
800 yılları civarı Vikingler ve 1167 yılı itibarı ile
Normanların istilasına uğramışlar.
Norman köklü İngiltere, İrlanda’yı o tarihlerden beri hiç rahat bırakmamış. Yaklaşık 20 yıl süre
içinde, İngiliz Kralı 2. Henry’nin ölümü ile (1189), oğlu 1. John hem İngiltere
hem de İrlanda Kralı ilan edilmiş.
8.Henry’nin eşlerinden boşanamama sorunu onu
Protestanlığı kabul etmeye itmiş ve İrlanda’da bugüne kadar gelen mezhep
savaşlarının başlangıcı olmuş.
1650 yılında İrlanda’daki katolik ayaklanmayı bastırmak üzere İngiltere’den Oliver Cromwell
adında bir general gönderilmiş, yaklaşık nufüsün 1/3 katletmiş olan bu adamı
nasıl anıyorlar tahmin edebilirsiniz.
1845’te ise, İrlanda’nın temel
gıda maddesi olan patatese bulaşan birm hastalık sonucu ‘’Büyük Kıtlık’’
oluşmuş. Ölümler ve göçler sonucu 8 milyon olan nufüs 4,5 milyona düşmüş.
Hemen hemen şimdiki nüfus,
İrlanda Cumhuriyeti 4,5 Kuzey İrlanda ise 1,5 milyon.
Tarihi kıtlık ve ayaklanmalar
geçen İrlanda 1921 yılında İrlanda Bağımsız Devleti, 1949 yılında da İrlanda
Cumhuriyeti ilan etmiş.
Sıkıldınız mı ??
Ama bundan sonra
anlatacaklarım hem daha neşeli hem de artık araya tarih sıkıştırırken
yukardakilere refere edeceğim, bir daha okumanıza gerek kalmayacak J
*Menüyü yedikten sonra geç
kalıyoruz telaşı ile Rock of Cashel’e gidiyoruz.
Bu Rock, şeytanın 20 km
ilerdeki bir dağı ısırıp dişinin kırılması ve düşmesi ile oluşmuş !?! Başka bir söylenti de bizim St.Patrick
şeytanı mağarasından kovunca bu koca taşta buraya konuvermiş !?!
Bu taş buraya nasıl geldiyse
geldi ama, Keltler, Vikingler ve Normanlara ev sahipliği yaptığı kesin. Burada
bizi en çok ilgilendiren Cormac’s Chapel oldu, çünkü arkadaşımız Ayşen’in
oğlunun adı da Cormac.
Çok uzun bir gün hepimiz
için, artık otele gidip en azından yaklaşık 18 saattir ayağımızda olan
ayakkabıları çıkarmak istiyoruz.
Killarney Heights Hotel,
bizim kolejde ‘’Practice and Progress’’ kitabımızda resimlerini gördüğümüz
küçücük bir kasabada. Otobüsle geçerken
bu şirin yeri gezelim desek de, yorgunluktan *Menü’yü yiyip yatıyoruz.
2. gün
Kahvaltıdan sonra
otobüsümüze binip Killarney’de bulunan Muckross House and Gardens ziyaretine
gidiyoruz.
Bizi çok güleryüzlü bir
rehber evi dolaştırıyor.
Dolaşırken, ihtişamını
Dolmabahçe Sarayı ile karşılaştırdığımız ev/şato 1843 yılında parlementer
(anglo-irish) Henry Herbert ve ressam karısı Mary Balfour tarafından
yaptırılmış.
Karısı gerçekten çok iyi bir
suluboya ressammış, tüm duvarlarda resimleri sergileniyor. Gezmeye açık yatak
odası, çocuk odaları, erkeklerin oyun (bilardo ve sigara içme) odaları, mutfak
gibi bölümlerini gördük. Bana en çarpıcı gelen 65 odası olması, tabii ki ev
sahipleri ve hizmetlilerin ayrı bölüm ve kapıları kullanması ve hizmetlilerin
bölümündeki çağırma zilleri (65 ayrı oda ve her hizmetli tipine göre ayrı ton
zil yani mutfak başka, bahçıvan başka, çocuk bakıcıları başka)
İngiliz Karliçesi
Viktoria’nın bölgeyi ziyaret edip o evde kalacağı 6 sene önceden bildirilmiş,
ve ev 6 sene boyunca kraliçenin gelişi için hazırlanmış. O geniş bahçesinde –
park ta diyebiliriz- yürüyeceği yerlere taşların döşenmesine kadar. Kraliçe
gelmiş ve 1 gece kalmış, hazırlıklar için yapılan masraftan dolayı finansal
sıkıntıya giren Herbert’ler evi Arthur Guiness’e satmak zorunda kalmışlar.
Buradan ayrılıp Ring of
Kerry adı verilen, yaklaşık 180 km.lik dairesel bir Iveragh yarımadası turuna
başlıyoruz. Yollar dar ve virajlı, ama görüntüler olağanüstü, hem tarih, hem de
doğal güzellikler bir arada.
Bizim yaşımızdakiler bilir
‘’Ryan’s Daughter’’ filminin çekildiği kasabadan geçiyoruz. Rehberimiz bize
Sarah Miles’in kaldığı oteli, Robert Mitchum’un buradaki bir pubda kavga edip
nasıl ağzının burnunun dağıtıldığını anlatıyor. Enteresan tabii.
Charlie Chaplin’in çocukları
ile gelip kaldığı otelin yanında bir pub’da *menümüzü yiyoruz.
Başladığımız kasabaya
döndükten sonra akşam kalacağımız Limerich’e doğru yola çıkıyoruz. Otelimize
vardığımızda bir önceki gece ne kadar özellikli bir kasaba ve otelde kaldığımız
iyice anlıyoruz.
Geliyoruz Bunratty Castle’a
, Viking döneminde bir yerleşim bölgesi iken, anladığım kadarı ile ingilizler ve
İrlandalılar arasında sürekli senin benim kavgası yapılmış, sıra ile saldırılıp
el değiştirmiş bir şato/kale. Zindanları enteresan.
Yola çıkıp hava iyice
kapamadan ve puslanmadan ‘’Cliffs of Moher’’e gidiyoruz.
İrlanda’da 2 kez çarpıldım
gördüğüm manzara karşısında ilki burası.
Atlantik kıyısında yaklaşık
120 metre yüksekliğinde sarp kayalar, uçurum mu desek bilemedim. Görüntü
olağanüstü ve bir turizm çekim alanı, yaklaşık 1 milyon ziyaretçisi olurmuş her
sene.
Oradan ayrılıp gerçekten çok
geleneksel olduğu heryerinden belli olan bir Irısh Pub’da öğlen yemeğimizi
yiyip, Dublin’e doğru yola çıktık.
Dubline vardığımızda hepimiz
oldukça yorgunduk, o gece için programlanmış olan Johnnie Fox’s daki İrlanda
gecesi biraz gümbürtüye gitti. Gösteri başlamadan kalkmak zorunda kaldık, ama
burada *menü haricinde yemeklerin de olduğunu gördük J
4. gün
Dublin’deki ilk günümüz
sayılır. Genç bir rehberle başlıyoruz şehir turuna. Yeni rehberimiz de, hepimiz
gibi, asabi şoförümüz Joe’dan nasibini alıyor, dakika bir gol bir.
Ama artık kimse aldırmıyor,
biz buraya gezmeye geldik diyeJ
İlk durak Trinity College,
1592’de Queen Elizabeth tarafından Protestan gençlerin eğitimi için kurulmuş.
İlk başlarda katoliklerin girmesi yasakmış. İrlanda’nın en eski ve en büyük
üniversitesi, ne kadar gurur duysalar
hakları. Şu an16.000 öğrenci ve 1.500
çalışanı varmış.
Beni İrlanda’da ikinci
çarpan görüntü ise üniversitenin kütüphanesi. Kapıdan girince nefesim kesildi,
rüya mı gerçek mi bir müddet anlayamıyor insan. Bir değil birkaç ömür geçer bu
çatı altında.
Kütüphane’den özel bir
bölüme geçiyoruz ve İrlanda’nın hazinelerinden biri olan ‘’Book of Kells’’ i
görüyoruz. 800 başlarında Celtic
Ruhbanlar tarafından yazılmış,
Latince İncil, Batı kaligrafisinin
şahaseri olarak adlandırılıyor ve hem hıristiyan hem de pagan sembolleri içeriyor.
Buradan Saint Patrick’s
Cathedral’e gidiyoruz, hani yazını başında bahsettiğim St.Patrick. Burada, rehberimiz St.Patrick’e ithaf edilmiş
bu görkenli katedralin tarihini anlattı
ama benim en çok ilgimi, içinde mezarı
olan Jonathan Swift’in hikayesi çekti.
Sıkı bir muhalif olan Jonathan agbimizimde meğerse menier sendromu varmış.
Yazdığı o fantastik kitaplar yaratıcılığından çok gördüğü halisünasyonların
sonucu imiş, zaten çıldırarak öldüğü söyleniyor.
Bir de katedralin arka
kısmında bulunan BOYLE ailesi anıtı.
Rehbere Boyle’ler ingiliz değil miydi sorumun cevabı hayır İrlanda’lı oldu ama
araştırmalarımın sonunda Boylegillerin tipik İngiliz sömürgecisi olduğunu öğrendim.
14. Çocuk,en küçük Boyle ise bildiğimiz gazların basınç hacim ilişkisini bulup
‘’BOYLE KANUNU’’ sahibi olan Robert Boyle.
Buradan Guinness
Storehouse’a gidiyoruz. 1988 yılında bira üretimi yanında turizme de açılan
Guinness’in 7 katlı bira bardağı şekilli yeri.
Girişte 1759 yılında
imzalanmış 9000 yıllık kira sözleşmesi karşılıyor sizi, kurucu Arthur
Guinness’in ne kadar uyanık olduğunu hemen anlıyorsunuz. Katlar boyunca da bira
yapımı ve Guinness’in tarihi anlatılıyor. En son 7. Kata çıktığınızda ise tüm
Dublin ayaklar altında, pint of Guinness’inizi içiyorsunuz. Giriş ücreti (grup
olduğumuz için) Euro 15.- Hiç bu kadar
pahalı bira içmemiştim hayatımda.
Çok enteresan bir
bina ilgilenen için
Rehberimizi hem Guinness
ailesinin hem de U2 grubunun İrlanda ve Dublin’e yaptıkları katkıları anlatıyor
bu arada, her ne kadar U2 artık vergilerini İrlanda’da ödemiyor olsa da...
Artık tüm hanımların beklediği
serbest alış-veriş zamanı geliyor, heyooo..
Ayşen ve Francis'in evini grup olarak
istila edercesine ziyaret ettikten çayımızı, atıştırmalıklarımızı yiyip,
herbirimize ayrı ayrı hazırladığı hediyelerimizi de aldıktan sonra otelimize
dönüyoruz. Kimimiz yorgun otelde kalıyor, kimimiz son gece hadi çıkalım diyor.
Biz çıkanlardanız tabii... Şahane bir İrish night yaşıyoruz, yemekleri,
şarkıları ve set dansı ile.
Bu gezinin de sonuna
geliyoruz ve ertesi gün ülkemize uçuyovuuuuuz..