3 Ocak 2012 Salı

BUENOS AIRES 20.12.2011




Montevideo’dan Buenos Aires’e gelirken, gemideki son akşam yemeğimizi, Bay ve Bayan ANGUS ile yedik. Malezyalı,  Hıristiyan bir çift. Adam mühendis, kadın ise iktisatçı.  Bu arada, Malezya’da çifte hukuk uygulandığını öğrendik. %60’ı Müslüman, %40’ı Hıristiyan olan ülkede, sultan Müslüman olduğu için, Müslümanlara şeriat hükümleri uygulanıyormuş. Türkiye’yi de şeriat hükümlerinin uygulandığı bir ülke olduğunu, zannedip bana şu soruyu sordular. ‘’Diğer üç eşiniz Türkiye’de mi kaldı?’’ (Bu arada İngilizce bilmediğim için soru Nilüfer’e soruluyor, Nilüfer bana tercüme ediyor). Gülmem geçtiğinde, oturup Atatürk’ten beri bu şansımızı kaybettiğimizi, Türkiye Cumhuriyeti’nin en azından şimdilik laik bir ülke olduğunu, ve esasen de İslam’da her canı isteyenin birden fazla eş alamayacağını anlattık.
Gemimiz Buenos Aires limanına çok erken bağlanmış olmalı, çünkü biz saat sekizde kalktığımızda limandaydık.  Geceden hazırlayıp kamaranın önüne koyduğumuz valizlerimiz, MS Veendam’ın personelince çoktan götürülmüştü. Kahvaltımızı gemide yaptıktan sonra, gemiden ayrıldık. Gemi dışında bizi bekleyen valizlerimize kavuştuktan sonra, iş gümrükten geçip bizi transfer aracımıza ulaşmaktan ibaretti.  Burada belirtmemiz gereken çok önemli bir nokta var. Bu tür organizasyonları bizim gibi kendisi yapacak olanların,  liman ve havaalanı transferlerini mutlaka ayarlamaları gerekli. ‘’ Bir taksiye biner giderim’’ düşüncesinin hatalı bir düşüncesini hatalı bir düşünce olacağını, taksi bekleyen yüzlerce insanı görünce anladık.  Gümrükten yine Türk pasaportumuzla, hiç beklemeden ve hiçbir sorun yaşamadan geçtikJ
Rooney’s Butik Otelin gönderdiği aracı bulmak sorun olmadı, çünkü şöför elinde adlarımızın yazılı olduğu kağıdı her yerde olduğu gibi tüm çıkanların gözlerine sokuyordu. Araca bindikten hemen sonra Buenos Aires’in Istanbul’u bile aratan çılgın trafiği ile tanıştık. Ama, ertesi gün öğleden sonra yaşadıklarımızdan sonra, bunu bile unutacaktık. Çünkü, ertesi gün, az kalsın, bu trafiğin üzerine eklenen bir protesto gösterisi yüzünden, çok erken yola çıkmamıza rağmen uçağı kaçırıyorduk.
Şehir merkezindeki (old town) otelimiz, yine sıra dışı bir butik oteldi. Valparaiso’daki Leonardo da Vinci oteli kadar özgün, rahat ve sade değilse de, temiz, ve yeterliydi. Her katında dört daire bulunan, ve tavan yüksekliği üç metreden fazla olan taş ve eski bir apartmanın bir katındaki daireleri birleştirerek, otel haline getirmişler. (Şimdi aklıma gelen bir şeyi eklemeliyim; Valparaiso’daki Leonardo da Vinci otelini kendi eviniz gibi hissetmenizi başka bir nedeni de var. Otelin dış kapı anahtarını da size veriyorlar, yani demeleri o ki, eviniz gibi açıp girin, bizi de çok fazla rahatsız etmeyin)  Otele girmek için, dış kapıdan zile basıyor ve görevlinin kapı otomatiğine basmasını bekliyorsunuz. Görevlinin yeni vardiya almış olması halinde ise, bir de dert anlatıyorsunuz. Binanın üçüncü katındaki otele çıkış için, bizde artık sadece Nişantaşı ve Taksim’deki çok eski apartmanlarda var olan asansörü kullanıyorsunuz.
Eşyaları odaya atar atmaz, aldığımız şehir haritasına bakarak, şehri dolaşmaya çıkıyoruz. Sıcaklık 32 derece celcius ve nem yüksek. Güzel ve kalabalık bir kent, dikkatimizi çeken ilk şey, 14 şeritli cadde. Dünyanın en geniş caddesiymiş. Caddenin üzerindeki bir binada Eva Peron’un ışıklı siluetine karşı dikilmiş Özgürlük anıtı vardı.



 Şehir haritasına bakarak, yiyecek bir şeyler bulabileceğimiz yeri bulmamız yaklaşık iki saatimizi aldı. Bizim İstiklal caddesine benzeyen sadece yaya trafiğine açık, uzun bir caddede gezinirken gördüğümüz şehir turu otobüsü ile, 3,5 saat süren tura katıldık. Bu otobüs sayesindedir ki, otel görevlimizin güvenlik bakımından gitmemizi tavsiye etmediği ‘’La Boca’’ semtini görebildik. Bu semt Montevideo'da olduğu gibi burada da Tango'nun ortaya çıktığı liman semti. Köhne, fakir ama bir o kadar da yaşam dolu.

Üstü açık bu otobüsle, gezerken çektiğimiz fotoğraflar burada. Günlük mesainin 5 saat olduğu kentte dövizinizi bankalardan bozdurmak istiyorsanız, 10:00 – 15:00 arasında bunu yapabilirsiniz. Bunun dışında, iki seçeneğiniz var, ya kaplumbağa hızı ile hizmet veren döviz Exchange ofislerine gideceksiniz, ya da gözünüzü karartıp, ayaklı Exchange ofislerle yapacaksınızJ.  Şili ve Arjantin’de günlük hayatta USD geçmiyor ama Uruguay’da USD’ye ikinci para birimi deniyor ve kabul görüyor her yerde.
Kişi başı 150.- USD ödemeyi göze alırsanız, sizi otelinizden alıp otelinize bırakacak, özel servis dahil tango restoran-tiyatrolarına gidebiliyorsunuz. Tabii ki biz bu tiyatrolara gitmedik. Onun yerine, bizden başka hiçbir turistin yer almadığı, ama Arjantin’lilerin doldurduğu bir et restoranını tercih ettik. Adı ‘’Chiquilin’’ olan restoranda yediğimiz bonfile inanılmaz derecede güzeldi
http://chiquilin-argentina.com.ar/
Ertesi, yani G. Amerika kıtasındaki son günümüzde, kahvaltı sonrası yine sokaklara fırladık. Buenos Aires, Istanbul gibi kalabalık ve 24 saat yaşayan bir kent. İnsanları güler yüzlü ve sıcak kanlı, güvenlik Istanbul’daki gibi nereye gideceğinize bağlı. Yalnız trafiği Istanbul’u aratıyor. Özel araçla 45 dakika uzaktaki havaalanına ulaşmamız 3 saati buldu. Bu nedenle gidecek olanlara tavsiyemiz, trafiği göz önünde bulundurmalarıdır.
Yerel saatle 17:00’de havalanan, ve kalkışından inişinde kadar türbulansı bitmeyen TAM Airlines uçağı ile ilgili yazabileceğimiz tek olumlu şey, oradan yüklenen bavullarımızın transit geçişle, Istanbul’a kadar gitmesiydi. Bunun nedeni THY’nin ve TAM’ın Star Alliance üyesi olmasıymış.
2,5 saat süren heyecanlı uçuşla indiğimiz Sao Paulo’dan transit geçişle, THY’nin dev 777 sine bindik. Havalandıktan sonra, servise başlayan hosttan acilen bana sağlam bir rakı vermesini istedim. Belli ki rakı yoksunluğunu görmeye alışmış, hemen sıkı bir rakı ve meze geldi. Sonrasında THY’nin inanılmaz konforu ve ikramları ile 12 saatte, Istanbul’a ulaştık.
Son olarak söyleyeyim, gidişte jetlack yaşamadık ama dönüşte kendimize gelmemiz, 4-5 günü buldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder