21 Haziran 2015 Pazar

PORTEKİZ

Evet nerde kalmıştık, Hamburg dönüşü Porto uçuşaları mı başlamış, derhal gidilmeli, zira bu sene çok çalıştık çok yorulduk gezmemiz lazım :)
Haziran başı işleri yoluna koyup, 11 Haziran’da ver elini Porto.
Istanbul’dan 4 saat 20 dakikalık bir uçuş aramızda da 2 saat var, eh saat farkı farkediliyor. Giderken kaptan pilotumuzun kadın olmasından çok gurur duydum.
Havaalanından metro ile şehir merkezine gidelim dedik(önceden çalıştık ya toplu taşımayı) 3 günlük kart alıyorsun 15.- Euro’ya tüm toplu taşıma araçlarında geçerli, giderseniz havalanından alınıyor unutmayın.
Metro, hafif raylı ve otobüs sistemleri çok kolay, bizimkinin çok daha gelişmişi tabii ki. Ve fakat 2 istasyon sonra ulaşım aracımız bozuldu, herkes iniyor, Allahtan Portekizliler yardımsever bizi el kol işaretleriyle indirdiler, bir sonraki aracı beklerken de az İngilizce konuşan bir adamdan Lizbon’a nasıl ve nerden gideceğimizi öğrenmiştik bile.


Otelimize (Hotel Quality Inn Porto ) vardığımızda saat geç öğleden sonra olmuştu. Batalha meydanında olan oteli ilk gördüğümüzde önce bir eyvah dedik, meydan bizim Tarlabaşı’nın eski hali gibi, bina eski, ama içeri girdiğinizde sizi güler yüzlü personel karşılıyor. Odaları da gayet rahat ve sessiz, tavsiye edebilirim. Hemen dışarı çıkıp o meşhur ‘’Douro’’ (Atlantik’e akan nehir) kenarına kendimizi attık. İlle de şarap içilecek ya, ilk oturduğumuz yerde kırmızı şarap ısmarladık ve inanır mısınız kötüydü. (Bu ilk ve tek oldu) herhalde en turistik yerde istemişiz şarabı.

Eh artık karnımız da acıkıyor, İlter’in Bodrum’daki internet araştırmalarından bulduğu ‘’Tapabento’’ isimli restoranı aramaya başladık. Sao Bento istasyonunun yanında daracık bir sokakta imiş (İstasyon da görülmeye değer bir bina), kime sorsak restoranı bilmiyor, adresi tarif ediyorlar. Lokaller orada bir restoran olduğunu bilmiyor zaar.
İçeri girer girmez İlter ‘’Isabella kim?’’ diye sorunca kadıncağız suçlu bir şekilde ‘’ben’’ dedi. ‘’Istanbul’dan beri seni arıyoruz’’ deyince ağzı kulaklarında ‘’gerçekten mi?’’ deyip gevşeyiverdi. Rezervasyonumuz olmamasına rağmen saat21:00’de kalkmak kaydıyla bize bir masa ayarladı. Tripadvisor’un tavsiyesi üzerine kendimizi Isabella’nın ellerine bıraktık.

Şahane bir beyaz şarap eşliğinde çok güzel soslu midye, soslu istiridye ve razor clams yedik (Razor clams türkçesi var mı bilmiyorum atlantik kıyılarında olurmuş ve toplarken insanın elini kestiği için bu ismi vermişler. Üzerine de yine kendi tavsiyesi tatlıyı yedik ve hesap geldiğinde şok olduk
29.- Euro (tamam bizi sevmiş olabilir, bir daha gelelim diye yapmış olabilir ama Türkiye’de bilhassa da Bodrum’da ne kadar kazık yediğimiz anladık) Nasıl olduğunu şöyle izah etti, şarabı bizimle ilk denemiş onun için hesaba katmamış. Eeee böyle bir ilgi ve hesap olunca ister istemez biz bir kez daha geliriz kararı verip Pazar akşamına rezervasyon yaptırdık.


Otelde çok iyi bir uykudan sonra, kalkıp güzel bir kahvaltı ve ver elini şehir turu. Burada 3 ayrı firma var şehir turu yapan. Sarı, kırmızı ve lacivert otobüsler. Her biri normal turistik noktaları gezdirdikten sonra farklı destinasyonlara götürüyor, siz istediğinize göre old town mu? Şarap bölgeleri mi? Şehir çevresi mi? Ona göre seçim yapıyorsunuz. 1-1,5 saatlik turlar audio rehberli 12.- /15.- euro arası. Bu paraya çeşitli şaraphanelerde Port Wine tadımı da dahil.  Tadım ki birinde bir de Fado vardı, öyle güzel ayarlanmış ki eninde sonunda alımla bitiyor 













Öğleden sonra ise Porto’nun karşı kıyısı Gaia’ya geçip ara sokaklarda dolaşırken, bizim ev yemekleri yapan bir yere benzer bir lokantaya giriyoruz. ‘’Meet and Taste Portugal’’
Şahane bir garson çocuğumuz Tiago, bize Tapas and Wine (2 kişilik menülerden) en uygun olanı seçip getiriyor. Balık, et ve garnitür yanına da dry kırmızı şarap, çok iyi gitti. Şefimiz ise 20’li yaşlarda Joao, biraz coğrafya bilgisini zorlayarak nereden olduğumuzu buldurduk kendisine.
Yemek bittikten sonra, bir tanıtıcı filmlerinin olduğunu, kesinlikle ticari olmayıp, ücretsiz olduğunu ve izlemek istersek bize bir de Port Wine ikran edeceklerini söylediler. Biz tamam deyince o küçücük restoranın arka tarafında hazırlanmış bir barkovizyon odasında, yaklaşık 15 dakikalık Portekiz’in tanıtıldığı 3D, çok güzel bir film izledik. Türkiye’de o kadar turistik bölgelerin turistik restoranlarına gittik ama böyle birşey maalesef kimsenin aklına bile gelmiyor,  Para geldikten sonra ülke pek umurumuzda değil herhalde.
Yemekten sonra yine yürüyüş, sonuçta 7 tepeli bir şehir, yokuşlar, merdivenler, iniş-çıkışlar, otele gelip biraz dinleniyoruz, akşam için hazırlık, yine yürü yürü, bira, şarap ve Tripadvisor tavsiyesi Portu’s restoran.Nehre çok yakın bir aile işletmesi, yemekler fena değil şarap şöyle böyle, fiyat yine iyi ama tavsiye etmem.

Ertesi gün check-out ve trenle Lisbon. 3,5 saatlik rahat bir yolculuktan sonra Lizbon’dayız. Hemen büyük şehir kendini gösteriyor ve biz dakika bir metro’da geçişleri beceremeyip yüklediğimiz tüm Euro’ları makinaya kaptırıyoruz :)) Dert anlata anlata otelimize ulaşıyoruz ki, biraz merkeze uzak ama şimdiye kadar kaldığım en iyi otellerden biri. Bir de bizi anlayamadığım bir nedenle up-grade etmişler ki bir suit odada kaldık şahane.
Hemen çıkıp bir şehir turu almak için (yine metroyla boğuşarak) Marques de Pombal meydanına yola çıktık ki, kendimizi açık hava kitap fuarında bulduk, hemen aklımıza Milas’ta bir kitap fuarı düzenlemek geldi.


Şehir turumuz yine 1,5 saat sürdü ve hop on/hop off olduğu için istediğin yerde inip biniyorsun. Genelde en büyük gurur kaynakları Vasco da Gama’nın heykellerin ve onun adına, anısına yapılmış yerleri görüyoruz. Tabii burada biraz az İngilizce çok Portekizce ile pek anlamamış da olabiliriz.  Şunu söyleyebilirim ki, Lizbon’da ulaşım Porto’dan çok daha pahalı.
Akşam Venedik’in San Marco meydanına benzeyen Praça do Comercio meydanında ‘’Mussu da Cerveja’’ da şarap ile peynir yiyoruz daha sonra da   – Italian bir restoranda  güzel şarap eşliğinde pişirmeyi unuttukları, geri gönderip yine aynı gelen bonfileyi yiyoruz.
Ertesi gün Porto’ya aynı yolla dönüş, akşamına Tapabenta ve Isabella’nın bize bu sefer et ve şarap menülerini sunması. Tapabentoda yediğimiz bonfile , Buenos Aires’de yediğimizden sonraki en iyi  bonfileydi.İlter’in bayıldığı kaz ciğeri ve yine çok güzel bir şarap ile akşam yemeğimizi bir ziyafete dönüştürdü.

Ertesi gün ise fazla gelmiş bir Porto gününün gezerek, yürüyerek, şarap içerek ve akşamına (son akşam ya) çok şık bir restoranında çok güzel bir yemek yiyerek geçtini söyleyebilirim. Otel Teatro’nun içinde yer alan Restaurante Palco , ortamı ,sunumu, servisi , yemekleri ve sunduğu rezerv şarap ile ,  gerçekten çok iyi idi ve buna rağmen gelen hesap 88 Euro dan ibaretti.


Ertesi gün erkenden gittiğimiz hava limanında zamanında gelen THY uçağı , İstanbul'daki kötü meteorolojik koşullar yüzünden 90 dakika gecikmeli kalktı. Uçağa binişte ,Hürriyet gazetesi sadece birkaç taneydi. Cumhuriyet ve Sözcü ise uçağa bile yüklenmemiş. THY yönetiminin bu demokrat davranışını açıklayamamak yine hosteslere düştü tabii ki.
Portekiz'de ,  hemen her yerden internete ücretsiz olarak girebiliyorsunuz. Buna hava alanı , tren istasyonları ve trenler de dahil.


Artık evimize işimize dönebiliriz, bir sonraki gezmenin hayali ile...

2 yorum:

  1. Hoş bir anlatı olmuş, bir içimde okudum ellerinize ve yüreğinize sağlık .Böylece Porto ve Lizbon un futbol takımlarından ibaret olmadığı anlaşılmıştır heralde :)

    YanıtlaSil