28 Ekim TASHKENT
Merhaba,
Özbekistan gezimize başlamadan önce size Türk Hava
Yolları’nı şikayet etmek isterim. Sanki gezilesi görülesi bir yer değilmiş
gibi, sadece bavul ticareti yapanlara uyarlanmış uçuş saatleri :
Istanbul – Tashkent : 23:50
Tashkent – Istanbul : 04:00
Evet protestomuzu yaptıktan sonra, gelelim gezimize. Bu
geziyi ilk defa katıldığımız bir toplulukla yaptık. Birlik Gezen Dostlar (BDG),
çok enteresan destinasyonlara, uygun fiyatlara ve entellektüel bir yaklaşımla
hazırlıyor gezilerini, biz çok beğendik.
Lokal saat 06:00’da Tashkent’e iniyoruz, ama otele giriş
maalesef en erken 14:00’de. O günü,
uykulu, yorgun ve 28-30 dereceye çıkan hava sıcaklığının altında zar zor
bitiriyoruz.
Neyse, güzel şeylerden bahsedelim, bizi karşılayan Özbek
rehberimiz tabii ki çok iyi Türkçe konuşuyor, ve bizi ‘’ana yurdunuzdan ata
yurdunuza hoşgeldiniz’’ cümlesi ile karşılıyor. Gerçekten insan bunu bir
şekilde hissediyor, her ne kadar çok karışmış olsak da, ata yurt buralar. Bize
‘’siz göçebe biz yerleşik Türkleriz’’ diyor. Bu da çok doğru biz hala
göçüyoruz, yerimizde duramıyoruz.
Bir önceki devlet başkanları İslam Kerimov, Turgut Özal
ziyarete gittiğinde ‘’ Atlarla gittiniz,
uçakla geldiniz, çekik gözlü gittiniz çakır gözlü geldiniz’’ demiş, ne kadar
doğru demiş.
Tashkent’in not alabildiğim kısa tarihi ise şöyle : İslam
öncesi Firdevsi’nin Şahname’sine göre Chack bölgesi imiş, Chackkand diye
geçiyormuş adı.
8 yy da müslüman arap istilasına uğramış, gerçekten çok taşlık bir bölge olduğu için
Taşkand denmiş ve 11 yy dan sonra da Cackkand – Tashkand – Tashkent’e evrilmiş.
Moğol istilasına uğramış olmasına rağmen, Timur zamanında
kültür, eğitim ve ticari olarak çok gelişmiş, İpek Yolu’nun da katkıları ile.
Daha sonra sırasıyla Çarlık Rusyası ve Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği hegemonyasına giren Taşkent, 2.Dünya Savaşı esnasında,
batıdan Nazi istilasından kaçırılan birçok fabrika ve üretim tesislerinine
evsahipliği yapmış ve 1950’lerde Rusya’nın mühendislik ve çalışmalarının
yoğunlaştığı şehri olmuş, ta ki 1966 depremine kadar. Depremde çok hasar
görmüş, tarihi dokusunun büyük kısmını kaybetmiş ve Sovyet mimarisine teslim
olmuş.
Kaldığımız otel Rus Olimpiyatları için inşa edilmiş, bizim
Adalet Saraylarımıza benzer bir bina idi, çok katlı, çok odalı, çok çirkin.
Rusya’nın dağılmasından sonra ise bağımsızlığın kazanan
(1991) Özbekistan’ın başkenti olmuş.
Umarım sıkmadı bu kısa bilgilendirme. İlk gün o kadar
yorgundum ki, pek not alamamışım, gezdiğimiz yerleri size nasıl anlatacağım
bilemiyorum.
İsimlerini pek hatırlayamadığım türbe, medrese ve cami
ziyaretlerimiz oldu sabahtan, hepsi çok güzeldi tabii ki, ama 15:00 gibi otele
gidip 2 saat uyumak çok daha güzeldi.
Evet artık gözümüz açık gezmeye başlayabiliriz, ilk olarak
Amir Timur Meydanı. (Meydanlar çok
görkemli gerçekten tam Sovyet ruhunu yansıtıyor, görkemli meydanlar, çok geniş
caddeler ve parklar.) Bu meydan Sovyet zamanında sırasıyla, ‘’Kızıl Meydan’’ – ‘’Lenin
Meydanı’’ ve ‘’Puşkin Meydanı’’ olarak adlandırılmış, bağımsızlıktan sonra ise
‘’Amir Timur Meydanı’’
Buradan yürüyerek, ‘’Mustakillik Meydanı’’na geçiyoruz,
Bağımsızlık Meydanı yani, buradan da 2.Dünya Savaşında ölen ve kaybolanlar
adına yapılmış, gözü yaşlı anne anıtına geçiyoruz, önünde sürekli yanan bir
alev var ve sağ tarafta ölenlerin isimleri ve hangi bölgeden olduklarına dair
kitabeler
Okuyup, anlayabildiğimiz ‘’Sen daim kalbimizdesin ciğerim’’
Daha sonra metro istasyonlarını görmek istiyoruz, tabi 12
kişilik bir grup olarak metrodan inme binme rehberimizde biraz stres yaratıyor
ama olsun, biz gayet zevk alıyoruz Özbek kardeşlerimizle metro seyahatinden.
Fotoğraf çekmenin yasak olduğu, çarpıcı 3 metro istasyonu gördük
Cosmonotlar İstasyonu – Cam
Süslemeli İstasyon – Mermer Süslemeli İstasyon (Moskova’daki metro
istasyonlarını görmüş biri olarak, cam süslemeler beni çok etkiledi)
Veee yemek vakti sonunda geldi,
burada yemekler bizim ağız tadımıza çok yakın, biraz fazla yağlı olmasına
rağmen genelde sevdik, et ağırlıklı ve tabii ki pilav (özbek pilavı ve buhara
pilavı), tatlıları çok hafif bizim baklavayı çok ağır buluyorlar örneğin. Eh
‘’Beyaz Güneş’’ vodkasını da hak ettik hani.
Yarın Buhara’ya uçuşumuz var
erkenden ama oteldeki düğüne davet edilince bakmadan edemedik. Bizim zengin
Anadolu düğünleri gibi, orkestra ve bir sürü davetli, gelin damat zorunlu
dansta, ve Anadolu ezgileri duyar gibi oluyoruz müzikte.
29 Ekim BUHARA
Özbek Havayolları ile Taşkent
–Buhara 1,5 saat uçuş, az değilmiş gerçekten.
Buhara beni büyüleyen bir şehir
oldu, ama şehri anlatmaya başlamadan önce, havalaanında 2 jumbo BAE uçağı ve
apronda sayısız beyaz giysili araplardan bahsetmem lazım.
Rehberimiz, keşfettiler burayı
diyor, önce dini bir geçmişi olduğu için zannediyorum, ama hayır, bu beyleri
havaalanı apronunda ve dışında sayamadığım kadar son model jip bekliyor,
sanırım hepsine bir tane düşüyor o kadar çok. Meğerse çöl avına, ceylan avına
geliyorlarmış...
Buhara kenti Özbekistan’ın belki
de müslüman dünyasının dini merkezlerinden biri.
Kalan meydanı, ya da Kalan kompleksi,
içinde barındırdığı cami medreselerle Unesco Dünya Mirası listesine girmiş.
Burada doğmuş ve yaşamış tıp
bilginlerinden Ibni-Sina’nın (980’de doğmuş) öğretileri, 1700’lü yıllara kadar
Batı’dan ders olarak okutuluyormuş.
Havaalanından şehre giderken yol
üstünde ‘’Seyit Emir Külal’’ türbesi ve Nakişbendi müzesini ziyaret
ediyoruz.Burada dünyadaki en büyük
orijinal Kuran’ı görüyoruz. Pazar ve hava güzel olduğundan oldukça kalabalık.
Halk gerçekten çok misafirperver,
ve turistlere meraklı gözlerle bakmakla kalmayıp, neredensiniz, ne güzelsiniz,
size ikram edelim, ve fotoğraf çektirelim gibi nidalarla yanımıza geliyorlar.
Öğlen, eski bir evden restore
edilip butik restorana çevrilmiş bir yerde yemek yiyoruz, Buhara Pilavı,
şahane. Yine etle tabii ki. Bir de önden çok yağlı ama çok lezzetli bir çorba
geliyor, yanında yoğurt ile, yoğurdu çorbaya ilave etmemiz gerekiyormuş, o
ağırlığını alması için gerçekten çok güzel bir tat oluyor.
Yemekten sonra İsmail Samani Medresesi, Buhara kalesi ve Poy
Kalan meydanında Kalan Minare, Kalan Camii ve Mir-i Arab Medresesini ziyaret
ediyoruz. Buraları anlatmak için kelimelerin yeterli olmadığını düşünüyorum, o
kadar ruhani ve güzel ki.
Yukarıya doğru incelerek 45,5
metre yükselen Kalan Minaret, sadece ezan okunması için değil, düzlük çölden
gelenlere yol gösterici ışığı, daha doğrusu alevi ile bir nevi fener görevini
de görürmüş, zamanında. Bunun yanında ölüm cezaları da minareden aşağıya
atılarak infaz edilirmiş.
Kalan Camii ise gördüğüm en büyük
cami, hem avlusu hem de içi insana Kordoba camiini anımsatıyor, muhteşem bir
mihrabı var. Avlusu ile birlikte, 12.000 kişi alabiliyor.
Karşısındaki Mir-i Arab medresesi
halen eğitim verilen bir yer, 1500'lerden kalma o şahane yapıların içinde
eğitim almak ne kadar ayrıcalıklı bir duygudur, kimbilir. Tabii eğitim devam
ettiği için bizi içeri almıyorlar.
Aralarda rehberimiz bize alışveriş
zamanı veriyor, her yerde İpek, Suzani ve seramik satışı var, renk cümbüşü
adeta. Burası da Türkiye gibi pazarlık yapılabilen bir yer.
Artık otelimize yerleşip, hemen çıkıp yemek
yemek zamanı, hava kararıyor, Leb-i Hovuz etrafındaki restoranlardan birinde
yemek yiyoruz. Daha sonra kahve içmek için gittiğimiz açık hava kahvehanesinde
Türk olduğumuz öğrenip Tarkan çalıyorlar. Biz de sanki her Tarkan duyduğumuz da
kalkar oynarmışız gibi kalkıp oynuyoruz, iyi mi?
Bu arada Nasreddin Hoca ile burada
da karşılaşıyoruz, tabii bu Özbek Nasrettin hoca ve eşeğine düz biniyor.
Yorgun ve mutlu bir şekilde
otelimize gidip uyuyoruz.
30 Ekim BUHARA
Ertesi gün yine Buhara’da Char
Minar, dört minareli medrese ve Buhara Emirinin yazlık sarayını ziyaret edip,
öğlen yemeğinden sonra otobüsle Semerkant’a yola çıkıyoruz.
Yollar oldukça kötü, gidiş geliş
ve delik deşik, bizim 30-40 yıl önceki şehirlerarası yollarımızı hatırlatıyor, bizi
rahatsız etmeden sürmeye çalışan ve çok gelişmiş bir bebeğe benzeyen şöförümüze
rağmen, uyuyamıyoruz.
31 Ekim SEMERKANT
Tarihi Mesolitik Çağa kadar inen şehire
o dönemler Afrasiyab, Büyük İskender
(Helenistik) döneminde Marakanda ve
en son Semerlikand adı konmuş, şehir
gerçekten de yükseklikler arasında bir semer şeklinde dümdüz bir ovada.
Sırası ile , M.Ö. 12-7 yy
(mesolitik çağ), Helenistik dönem (B.İskender), Pers İstilası, Moğol İstilası
(Cengiz Han), Timur İmparatorluğu, Özbek Göçerler Dönemi, Çarlık Rusyası,
Sovyetler Birliği ve son olarak bağımsız Özbekistan.
İlk olarak Timur’un türbesini
ziyaret ediyoruz. Beni bu kadar etkileyen bir türbe, daha doğrusu yapı
olmamıştı desem bilmem abartır mıyım? Bana olağanüstü güzellikte geldi, yapısı,
süslemeleri ve hikayesi.
Torunu Muhammed Sultan Mirza’nın
Ankara savaşında ölmesi, Timur’u çok üzmüş ve torunu için türbenin inşa edilmesini emir vermiş. Bir sene kadar süren inşaatın sonlarına doğru
Timur’da ölünce torunu ile yanyana defnedilmiş. Daha sonra bir nevi aile
kabristanlığına dönüşmüş. Kabristana kendi hükümdarlığı döneminde gözü gibi
bakan Uluğ Bey’de aynı yerde defnedilmiş. Aileden olmayan tek kişi Timur’un
hocası Nur Seyid Bereke.
Bu muhteşem yapıdan sonra
Registan (Reg =Kum / İstan=Alan)Meydanına
gidiyoruz. Burası eskiden kervanların konaklama alanı imiş.
Uluğ Bey Mederesesi, Tilya Kori
Medresesi ve Sherdor Medresesi ile çevrelenmiş olan alan yine şahane bir mimari
sergiliyor, medresenin yanındaki caminin eğik minare ise sanki ilk rüzgarda
yıkılacak gibi..
Daha sonra alışveriş için
pazaryerine geçiyoruz, yakınında Bibi Hatun Camii var (Timur’un eşi, first lady
adına yapılmış yani)
Pazaryerine yakın bir yerde yemek
yiyoruz, yine çok lezzetli, yine çok etli, yine çok fazla yiyoruz.
Daha sonra 12 yy ait ‘’Şahı Zinda’’
İslam Yapıtları Kompleksini ziyaret ediyoruz, İlter burda isyan ediyor ve bizi
kompleksin girişinde oturarak bekliyor. Evet yüksek basamakları olan
merdivenlerle çıkılan ve uzun bir yolun her iki tarafında inşa edilmiş güzel
yapıları seyrederek, yine bir rüyadaymışız gibi geziyoruz.
Uluğ Bey rasathanesine
varabildiğimizde hava kararmak üzere, üstüne bir de elektrikler kesiliyor ve
mecburen rasathane gezisini ertesi güne bırakarak otelimize dönüyoruz.
Bu arada Semerkant’taki ilk günümüzü
tam bir kum deryası içinde geçiriyoruz, çöl kumu şehrin üzerinde öyle bir
oturmuş ki, güneş bembeyaz görünüyor. İlk gün içtiğimiz ‘’Beyaz Güneş’’ vodkasının
ismini nereden aldığını anlıyoruz.
Hassas olan arkadaşlarımız
gerçekten rahatsız oluyor, çünkü kumu neredeyse ağzımızda çıtır çıtır
hissediyoruz.
1 Kasım SEMERKANT
Özbekistan’da son günümüz, ilk
olarak yarım kalmış Uluğ Bey rasathanesi ziyaretimizi yapıyoruz. Anlaşılan iyi
bir hükümdar olmasa da (fethetme güdüsü olmadığı için bu söyleniyor sanırım),
astronomi konusunda tarihe geçen gözlem ve eserleri olan bir bilim adamı, Uluğ
Bey.
Medrese inşaatı biter bitmez,
rasathane inşaatına emir vermiş ve bu rasathaneden yapılan gözlemler 12 yılda bitirilebilmiş. Gök yüzü haritasını
çıkarmakla kalmayıp, yıldız kataloğu Zeycini oluşturmuş. Dünyanın güneş
etrafında dönüşünü 1 dakika 2 saniye hata ile hesaplayan Uluğ Bey (1440), bunu
Kopernik’ten(1540) tam 100 yıl önce bulmuş. Eserleri batıda yıllarca okutulmuş.
İnsan 30 metre çaplı sekstantı
görünce gözlerine inanamıyor.
Ayın kraterlerinden birine Ulugbeg
adı verilmiş Uluslararası Astronomi Derneği tarafından.
Bu 3 katlı rasathane, Ulug Bey
oğlu tarafından öldürülür öldürülmez, fanatikler tarafından yıkılmış ve 1908
yılında Rus arkeologların kazılarına kadar da bir nevi unutulmuş.
İnsanı hayretlere düşüren
rasathane müzesinden sonra, son olarak Saint Daniel (?) Türbesini de ziyaret
edip, Türkiye’ye dönmek üzere, otobüsümüz ile Tashkent havaalanına hareket
ediyoruz.
Bu geziden bende kalanlar ;
Özbek insanı çok sıcak ve misafirperver, şehirleri çok temiz, dinlerine düşkünler ama taassup yok,
alfabelerinde X yerine H ve G yerine K koyabildikten sonra okuyup anlayabileceğimiz
bir dil, yemekleri çok lezzetli, Suzaniler gerçekten
birer sanat eseri, yaşanması zor ama görülmesi gereken bir masal ülkesi.
Bu arada tabii ki bizim bu geziyi yapmamızı sağlayan Dr.Erhan Ateş'e, Ozbekistan'da otel ulaşım ve yemeklerimizi ayarlayan UZIN firmasına, rehberimiz Hursand'a ve şeker şöförümüz Şir Ali'ye binlerce teşekkürler.
Gözüme takılan Özbek insanları ve renkleri...
Bir sonraki gezide görüşmek üzere ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder